"Cahilde eksik olan akıl değildir. O kurnazdır, eksik olan Ahlaktır. Cahil güçlüdür. Kendi mutluluğundan başka hedefi olmayan kötü insan türüdür" der Tolstoy. 
İnsanlık tarihi boyunca insanları çeşitli doğmalarla cahil bırakarak sömürmek isteyen gruplar olmuştur. Bu gruplar din bezirğanlığı yaparak insan oğluna bu dünyada cehendemi yaşatmaktan çekinmezler. Her zaman ellerinin altında ki kutsal kitabı sopa olarak kullanma maharetine sahiplerdir. Çünkü Onlar tanrının kitabını kendi menfaatleri doğrultusunda yorumlamaktan çekinmezler. İlimi fenni düşman görürler. Aklı yok sayarlar. Yetmez kutsal kitapların emirlerini kendileri için yok sayarlar. Kendileri gibi düşünmeyenlerin katlinin dinen caaiz olduğunu söylemek onlar için çok kolaydır. Orta çağ Avrupasında kadını şeytan olarak gören akıl, her tür kitabı da zincire vurmuştu. Kedileri sevmediği için Avrupa'da kedilerin katledilmesine fetva veren Papa tüm Avrupanın veba salğını ile kırılmasına sebep olmuştu. Bu din tacirleri sadece Avrupa'da değil tabiki. Dünyanın her yerinde mevcuttur. Esas bize gelmeden önce Katolik Yahudilerde bu durum çok daha vahimdir. Bu gün İsrailin Filistin üzerinde uyğuladığı soy kırımın temelini bu doğmalar oluşturmaktadır. Çünkü Katolik Yahudilere göre Filistinliler İnsan bile sayılmamaktadır. Hatta Yahudi olmayan ve Musevi inancına inanmayan tüm insanlar bu Katolik Museviler için köle ve kendileri için yedek parçadan başka bir şey ifade etmez. Tanrı ile pazarlık ettiklerini iddiâ edecek kadar hadsiz olan bu güruh tüm dünyanın gözü önünde soykırım yapmaya devam etmektedir. Bu soykırıma itiraz etmesi gereken Birleşmiş Milletler kör ve sağır rolü oynamaya devam etmektedir. Sadece Filistin için mi? Tabiki hayır. Devlet terörörü ile Çin Halk Cumhuriyeti Doğu Türkistan'da yaşayan milyonlarca Uyğur Türküne soykırım uygulamaktan çekinmemektedir. Tüm dünyada katledilen Türk ve Müslüman olunca kimsenin sesi çıkmamaktadır. Neden peki? Çünkü bizdeki din tacirleri rahmetli Maraşal Fevzi Çakmak'ın şu çümleleri ile değerlendirilmelidir.

"Cemmât ve tarikatlar Haçlıların Anadolu'da kurdukları  ileri karakollardır" 

Bugün Türk vatanında cemaatler ve tarikatlar devlete karşı ihtilal yapmaya teşebbüs edecek kadar kendilerine güvenmekteydiler. 15 Temmuz 2016  yılında seçilmiş iktidarı alaşağı etmek üzere askeri darbe yapmaya kalkan Fetö terör örgütünü herkes bilmektedir. 2013 yılı sonuna kadar Fetöcülere "bunların alnı secdeye değiyor"  diye siyasal iktidar ve yancıları sahip çıkılımıştı. Bu ihanet şebekesi tarafından Türk Milletinin Peyğamber ocağı olarak gördüğü asker ocağının kirletilmesine mevcut siyasal iktidar yol vermişti. Tek sebep ise kendi menfaatleri için her şeyi mübah sayan cahil sürüsünün siyasal iktidarı yönlendirmesiydi. Tabiki tek suçlu bu cahil sürüsü değildi. Bu cahil sürüsünün oyu için  üç maymunu oynayan siyasal iktidar en az bu cahiller kadar suçlu olduğu bilinmelidir. Gerçi bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayip Erdoğan iyi niyetli olarak beyanatlarda bulunmuş ve kandırıldıklarını ifade etmişti. Lakin bazı Ak Partili siyasiler şu talihsiz beyanatlarda bulunmuşlardı. " Biz Fetö ile Askeri vesayet sahiplerini kafa kafaya çarpıştırarak yolumuzun açılmasını sağladık" diye bilmiştir. Bunla kalınsa iyi. Ak Partili bazı milletvekilleri "bu ihtilali kendilerinin organize ettklerini" söylemişlerdi. Hele hele son Başbakan Bin Ali Yıldırım'ın "hayatımdaki en kötü poreje 15 temmuzdur" demesi akla ziyan bir durumdur.  Tüm bunlar siyasetin ve hukukun konusu olarak kenara koyalım ve bugüne bakalım. 

Ne yazık ki bugün Fetö ihanet şebekesinin yerini hemen dolduran bir kaç cemaat adı altında örğütler bulunmaktadır. Burada isimlerini vermeden konuya devam edelim. Devleti parselkeyen bu Fetö tipi cemaatler   İsrail adına istihbarat yapan elemanlarını görmezden gelmektedir. Bu adli vakalara bakıldığında rahmetli Maraşal Fevzi Çakmak Paşanın söylediklerinin doğru olduğu görünmektedir. Peki neden hâla bu konuda devlet erki  hatada ısrar etmektedir? Çünkü Napolyon'un dediği gibi. "Para, para, para" Yani bu cemaat ve tarikatlar siyasal partiler için oy ve ekonomik gelir kaynağı olamaktan çıkarılmazsa çözüm üretmek mümkün değildir. Müstemleke valisi ğibi davranan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ilk olarak bu cemaatlerin gelirlerini kontrol altına alsa en az yüz Dilan Polat'ın kaçırdığı iddia edilen vergi gelirine sahip olunur. Ya da muhalefet tarafından beşli çete olarak nitelendirilen havuz mütahitleinin affedilen milyarlarca dolarlık vergisinin kat ve katını bu cemaatlerden tahsil eder. Kısaca cemmatlerin gelirleri ve ekonomik kaynakları kontrol altına alınmazsa yeni Fetö terör örgütlerinin oluşumun önüne geçilemez. Bu konuda ekonomi dünyasında Yahudi tüccarlarının şu hikayesi akla gelir.  Tüccar Leondan borç isteyen komşusuna Leon şöyle der. "Kuzum para can değilki veresin" Cemaatlerin parasını alırsan canlarını almış olursun. Bu konuda da tek güç devlet erki ve devlet erkinin hukuk alt yapısıdır. Adalet her kes için lazımdır. Bazılarına az bazılarına çok olmaz. Adaletin olduğu yerde Ahlak baş köşeye oturur. Ahlak adaletin temelini adalet ise ahlakın temelini oluşturur. Yani adaletin olmadığı bir yerde ahlaktan bahsemezsiniz.

Gelelim iç siyasete.  Türkiye Cumhuriyeti hızla erken bir genel seçime doğru gidiyor. Ekonomik ve adli sebeplerden dolayı iktidar tarafı etken olmaktan çıkmış durumdadır. Artık gündemi anamuhalefet belirleme şansını ele geçirmiştir. Her şeyden önce insanlar doğar büyür ve belirli bir yaşa grlince iş ortamından ayrılırlar. Buna da emeklilik denir. Sosyal sigortalar kurumu da yıllarca çalışmış insanların geçimi için her ay bir ödeme yapar. Bu açıklamayı siyasette rol alan 70 yaş ve üzeri olanlar için yaptım.  Yapıştıkları koltukları bırakamayan siyasetcilerimizin temelde iki zaafları var. İlk olarak yaşlandıklarını kabul etmiyorlar; ikinci olarak yenilgiyi kabul etmiyorlar. Bu iki konunda hayatın gerçeği olduğu unutulmamalıdır.  Ancak erdem sahibi olanlar ilk olarak yenilgiyi kabul eder ve siyasetin önünü açmak için gereğini yaparlar.  İkinci olarak da yaşlanmayı kabul ederek içinde bulunduğu partiye akil adam olarak hizmet etmenin büyük bir erdem olduğu kabul ederler. Ne yazık ki yaşlılık emaresi olan şeylerin adı hep hastalık olarak nitelemek ve bu durumu normalleştirmek sadece Türk siyasetini kısırlaştırmakta ve  hatra lider üretemez hale getirmektedir. Bu gün Ak Partide de bu sorunun varlığı kabul edilmelidir. MHP'de ise bu durum son noktaya gelmiştir. Aynı şekilde Sadet Partisi bu durumu şu an yaşamaktadır. Vatan Partisi pek yakında bu durumu yaşaması muhtemeldir.  Türk siyasetinin nefes alması yeni dünya düzenine hazır olması için genç siyasetçilere ihtiyaç duymaktadır. Yeri geldiğinde siyaseti bırakarak sadece danışmanlık hizmeti vermek büyük bir erdemdir. Bu erdeme sahip olan siyasetcilerin Türkiyenin Japonyanın yaşadığı yaşlanma  paradoksunu yaşamaması için çözüm yolları sunmalı ya da Libya'da neler olduğu konusunda hazırladıkları raporları ihtiyaç duyan kurumlarımıza ve kuruluşlarımıza rapor olarak sunmalılar. Yani yenilen ve yaşlanan siyasiler hırslarını bir kenara bırakarak hem kendi partilerine hem de devlete çok faydalı olabilirler.