Bu kadar girizgâhtan sonra Mehmet Osman Kavala meselesinde son günlerde basına yansıyan yeni bir dilekçe üzerine birkaç kelam edeceğim.
Ak Parti 25. Ve 26. Dönem İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık 13.07.2024 tarihinde X hesabından şu açıklamayı yaptı.
“Kavala ve Gezi davasında Ak Parti’yi kör kuyunun içine atan dar görüşlülüğe karşı çıkan sağduyulu siyasetçi Tuğrul Türkeş’i herkesin dikkatlice izlemesi gerekir. Kendisini Türkiye’nin yararına olan bu tutumundan dolayı tebrik ediyorum”
Tuğrul Türkeş’in X hesabında konu ile ilgili açıklaması aşağıdadır.
“Türkiye’nin hem uluslararası alanda hem de iç hukuk açısından önemli bir davası olan ‘Osman Kavala’ davasının avukatları yargılamanın yenilenmesi dilekçesi vermişler. Malumunuz Osman Kavala yedi yıldır yargılanıyor ve tutuklu. Konu medyada yer aldı. Bir sürü (hukukçu) ve hukukçu sıfatı taşıyan kişiler davaya vakıf değilken ve en önemlisi dilekçenin tümünü görmeden konunun aleyhine fikir beyan etmeye başladılar. Ben şahsen merak ediyorum bu kişiler dayanarak ve neye karşı çıktılar.
a- Abdulkadir Selvi’nin meseleyi yazmış olmasına mı?
b- Osman Kavala’nın nihayet tahliye olma ihtimalinin yüksek olmasına mı?
c- Türkiye’nin uluslararası arenada haksız ithamlardan kurtulmasına mı?
d- Kendilerinin bunu akıl edememesine mi?
e- Onların oluşturmaya çalıştıkları gri ortamdan sislerin dağılıyor olmasına mı?
f- Düşünmek bile istemiyorum ama; acaba konunun iç hukuk ile çözülmesi ihtimali mi bazı çevreleri rahatsız ediyor?”
Mehmet Osman Kavala’nın tutukluluğu ile ilgili yüzlerce binlerce yorum ve habere rastlayabiliriz. Havuz medyası olarak bilinen bazı gazetelerin köşe yazarlarının konuya vakıf olmadan yorum yapmaları içler açısı bir durumdur. Hatta bu köşe yazarlarının devlet ile hükümetin ayrımını bile yapabildiklerini düşünmüyorum. Şayet bunu bilmiş olsalardı ve sadece Av. Hilal Zengin’in son dilekçesini okumuş olsalardı yorumlarının çok farklı olacağını düşünüyorum. Bu dava ile ilgili bu kadar taraflı olmaları ve toplumu yönlendirme çalışmalarının arkasında basit menfaatler olduğunu düşünmem, çünkü hiçbir Türk aydını basit menfaatler için adaletin katledilmesine göz yumamaz.
Av. Hilal Zengin’in kimin akrabası olup olmadığını irdeleyen gazetecilerin konuyu değerlendirme içerisinde olabileceklerini düşünmüyorum. Bir avukatın bir partiye yakınlığı değil hukuka katkısı tartışılmalıyken; gazete manşetlerinde tam tersini okuyoruz. Kendilerini devlet zanneden fani insanların hadsizliği ve hukuk tanımazlığı memleketin yetenekli evlatlarını iğfal etmektedir. Herkesin kendileri gibi olduğunu düşünen bu zevat her yetenekli bireyin arkasında bir cemaat, tarikat, parti, illegal bir yapı olmasını beklemektedir. Çünkü kendileri işgal ettikleri yerlere hak ederek gelmediklerini iyi bilmekteler.
Şimdi Av. Hilal Zengin’in dilekçesindeki bazı temel başlıkları aktarmaya çalışacağım.
“III. Müvekkil Mehmet Osman Kavala isnat edilen siyasal ve askeri casusluk suçundan beraat etmiştir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2021/178 Esas2022/178 Karar sayılı 25.04.2022 tarihli kararı açıkça sabit olduğu üzere Mehmet Osman Kavala siyasi ve askeri casusluk suçundan beraat etmiştir. Karar bu yönde kesinleşmiştir. Dünyanın hiçbir hukuk devletinde; suçun mağdurunu kendi eliyle (anayasa değişikliği ile) lağvedip, ona karşı işlendiği iddia edilen fiillere ceza tatbik eden çarpık bir hukuk anlayışına rastlanmamıştır.”
Yine dilekçede şu kısmın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
“IV.) Yargılamanın yenilenmesine ilişkin talebimizin dayanağı. Suçun maddi unsurunu oluşturan mağdurun 2017 referandumu ile anayasa ve kanunlardan çıkarılması hususudur. CMK’nın 311/1-e’de düzenlenen ‘yeni delil- yeni olay’ olgusuna dayanarak başvurduğumuz yargılamanın yenilenmesi talebimize konu olan ve kesin hükümde suçun mağduru olarak gösterilen hükümet (Başbakan ve Bakanlar kurulu) Anayasada yapılan değişiklik ve referandum ile lağvedilmiş/ortadan kaldırılmıştır. Mağduru olmayan/kalmamış bir fiile ise ceza verilemeyeceği izahtan varestedir…”
“Türk ceza kanunu madde 312 ‘de öngörülen suç yürütmeye karşı değil hükümete karşıdır. Yürütmeye karşı işlenen bir suç tanımı yoktur. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı; yardımcıları ile bakanları atar ve görevlerine son verir. Eski sistemde Başbakan hükümetin başı ve bakanlar kurulunun başkanı olarak görev yapan makamdır. Türkiye’de kabine, artık Cumhurbaşkanının başkanlık ettiği ve tüm bakanların bir araya gelip kararlar aldığı, gayri resmi bir kuruldur. 2017 Anayasa değişikliği referandumunun ardından bakanlar kurulu kaldırılmış ve Cumhurbaşkanı yürütmenin tek sahibi olmuştur. Kamuoyunda Cumhurbaşkanlığı kabinesinin tüzel kişiliğinin var olduğu düşünülmesine rağmen, ilgili tek tüzel kişilik Cumhurbaşkanlığıdır…”
Av. Hilal Hanımın Devlet ve Hükümet arasında ki farkı nasıl yazmış bir bakalım.
“Devlet devamlı ve süreklidir. Hükümet ise, geçicidir, kısa ömürlüdür. Hükümet, devlet otoritesinin işletilmesini sağlayan bir araçtır. Hükümet sadece devletin beyni olma görevindedir. Devlet hükümetten daha geniştir. Hükümet ise devletin bir parçasıdır. Devlet kişisel olmayan bir otoritedir. Memurlar bürokratik usullere göre işe alınır ve görevliler hükümetin ideolojik isteklerine olacak şekilde seçilir. Devlet, ortak iyiyi ve genel iradeyi temsil etmeye çalışır. Fakat hükumet ise, belli ideolojileri temsil eder…
Buradan da anlaşılacağı üzere, yukarıdaki maddeler bir bütün halinde sistemi koruyan düzenlemelerdir. Bunun belli bir mantığı bulunmaktadır. Bu sistemde, birazdan belirteceğimiz üzere, hükumet modeli değişmeden önce Cumhurbaşkanı'nı koruyan özel bir maddenin getirildiğini önemle belirtmek isteriz. Yeni sistem sadece Cumhurbaşkanı'na indirgendiğine göre artık eski sistemde, Parlamenter Hükumet modelini koruyan 312. Madde zımnen ilga edilmiş demektir…
Ceza Hukuku, diğer tüm hukuk uygulamalarının aksine hukuk uygulamasında keyfi yoruma en az izin veren bir alandır. Kanun koyucunun iradesi bu şekilde açık iken, yeni sistemde (Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminde) açıkça Bakanlar Kurulu Anayasa değişikliği ile ilga (lağv) edildiğine göre, tamamen keyfi yorumla ve hiçbir Ceza Hukuku ilkesi gözetilmeksizin, Bakanlar Kurulu'nun adeta "gizli, örtülü, fiktif" yaşatıldığından bahsedilerek, sanık aleyhine yorumlar yapılması, asla kabul edilemez. Bu nedenle; 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliğinde TCK.m.312'deki suçun mağdurunun değiştirilmediği yönündeki yaklaşımların tersine, açıkça Anayasa değişikliği ile “Bakanlar Kurulunun ortadan kaldırıldığı sabittir. Artık, Bakanlar Kurulu diye bir hükumet veya model yoktur. Bakanlar Kurulu başka bir yapının içine konulmamıştır. Çünkü burası bir kuruldur, tek bir kişi değildir. Oysa Cumhurbaşkanı, tek kişiden ibaret yepyeni bir Anayasal organdır. Eşi benzeri yoktur. Bu sebepten Bakanlar Kurulu Ceza Kanununda yorum yoluyla "varmış" gibi gösterilemez. Bu tam bir keyfiliktir. Bu tür keyfi yorumlar, yüzyıllık Anayasal reform anlatımları ile de açıkça çelişki içermektedir. Sokaktaki normal bir vatandaş dahi artık yeni modelin, eski modelin devamı, benzeri vs. olmadığını bilmektedir. Kaldı ki; yasanın (312'nin) tanımında yer verilen Hükumet (Bakanlar Kurulu), tüzel kişiliği olan başlı başına hukuki bir varlıktır. Bu tüzel kişilik Anayasa değişikliği ile tamamen lağv ve ilga edilmiştir. Yeni getirilen sistemde Bakanlar Kurulu olmadığı gibi, tek tek Bakanlardan oluşan bir tüzel kişilik de mevcut değildir. Cumhurbaşkanı, Bakan da değildir. Eski sistemde ise Başbakan bile, Bakandır. Suçun tanımında açıkça Bakanlar Kurulu hedeflenmiştir. Eski dilde Başbakan, Başvekildir. Oysa yeni sistemde Cumhurbaşkanı, Başvekil de değildir. TCK. sistematiğinde Cumhurbaşkanını koruyan madde, TCK.m.310'dur. Cezası da Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasıdır…”