Bu gün üç konuya değineceğim.
İlk olarak İYİ Partide kazanların kaynaması. Vakalar Türk siyaseti için utanç verici bir durum almıştır. Geçen hafta köşemde yazmış oldugum gibi Türk siyasetine soluk aldıracağı düşünülen orta sağdaki bu parti Japon geleneklerine göre 'Harakiri' yapmıştır.
Artık AK parti kendi yerine yeni bir orta sağ parti çıkartması gerekmektedir. Ya da mevcutların dizayn edilmesi gerekmektedir. İYİ Parti'deki konuşulan şeyleri köşemde yazmaktan hicap duyuyorum.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan tarafından dillendirilen; daha önce Cemil Çiçek ve Faruk Çelik tarafindan gündeme getirilen, Cumhurbaşkanı seçilme kriterlerinin temelini teşkil eden 50+1 formülünün revize edilmesi konusunda, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin sert tepki vermesi kamuoyunu meşgul etmiştir. Sayın Devlet Bahceli Türk tipi Başkanlık sistemini gündeme getirdiğinde muhalefet hariç herkesim mutlu idi. Ancak sistem %0.1lerin iktidarı esir etmesi konusunda sıkıntı yaratması; siyaseti yeni arayışlara yöneltmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımızın 50+1 konusunun sıkıntılarını dile getirmesi MHP'yi kızdırırken Cumhur İttifakı'na katılmak için sıra bekleyen İYİ Parti iç çatışmalarını aşmaya çalışmaktadır. Anayasanın ilk 4 maddesinden her defasında rahatsızlığını dile getiren HDP ile AK Parti arasinda ittifak görüşmelerinin olacağı ihtimaller arasındadır. Bu arada DEVA ve Saadet+Gelecek partisi AK Parti ile yeni anayasada masada buluşabilecektir. Yani kısaca MHP'nin milliyetçileştirdigi AK Partinin kuruluş ayarlarına dönme gayreti göz ardı edilmemelidir. Bir taraftan İYİ Partiden AK Parti'ye transferler bir taraftan CHP'nin dizayn edildiği söylentileri. Ancak en önemlisi HDP ile arka kapı görüşmelerinin yapılması yeni anayasa konusunda özellikle ilk dört maddenin değiştirilmesi için HDP+DEVA+SADET+GELECEK partisi ile iktidarın birlikte hareket etmesi inşallah yalan ve yanlıştır.
Bu arada Cumhuriyet tarihi ile ilgili Nutuk'dan alınan bir metnin yarğıya taşınması konusunu ele alacağım.
Bartınlı Şaban Efendiyi tanır mısınız? Türk kökenli olan Şaban efendi vefat edince kızı Nimet Nevzad V. Mehmet Reşat'ın Sarayı'na verildi. Henüz daha 9 yaşındayken Sultan Reşat'ın Sarayı'na verilen ve eğitilen Nevzat hanım, Sultan Reşat'ın vefatı sonrası Vahdettin'in Sarayı'na gönderildi. Saray'da Vahdettin ile tanıştırıldı ve 18 yaşındayken Vahdettin'in V. karısı oldu. 1902 doğumlu olan Nevzad hanım 23 Ağustos 1921 ile 13 Eylül 1921 tarihleri arasında Yıldız Sarayı'nda dillere destan bir dügün ile dünya evine girdi. Nevzad hanım 18 yaşında iken Osmanlının 36. ve son hanedanı olan Vahdettin ise 60 yaşında idi. Aşk bu ne diyelim. Nevzad hanımın Sultan Vahdettinden çocuğu olmamıştır. Vahdettin ölünce Türkiye'ye dönüp ikinci evliliğini yapan Nimet Nevzad hanım uzun bir ömür sürdükten sonra dünyaya gòzlerini yummuştur.
1861 doğumlu olan Osmanlı İmparatorluğu'nun son Hakanı İslam dünyasının 115. ve son Halifesi olan Vahdettin 4 yıl 4 ay hükümdarlığını sürmüştür. 17 Kasim 1922 tarihinde İngilizlerin Dolmabahçe açıklarında demirli "HMS Malaya" isimli zırhlısına binerek Maltaya geçmistir.
Kısaca Vahdettinin Maltaya geçisinin kısa hikayesine bakalım.
17 Kasım 1922 saat 04.00 da Yıldız sarayının silahhane çıkışında bekleyen iki adet kızıl haç ambulansı 10 kişiyi HMS Malaya zırhlısına taşımak icin Dolmabahçe rıhtımına gelmiştir. İngiliz askerlerinin selamlaması ile bir istimbota binen Vahdettin artık İngiliz devletler topluluğunun bir misafiri olarak ağırlanacaktır. General Harington'la birlikte rıhtımdaki bir istimbotla açıkta bekleyen İngiliz Malaya zırhlısına çıkan Padişah ve beraberindekiler, İngiliz bayrağını selamlayarak çıktığı zirhlıda İngiliz Amiral Sir De Brock tarafından karşılandı. Peki Vahdettin'nin iltica mektubu var mı?
İşte Vahdettinin iltica mektubu.
"Dersaadet (İstanbul) İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına
İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devleti fahimesine iltica ve biran evvel İstanbul'dan mahall-i ahara naklimi (başka bir yere götürülmemi) talep ederim."
diyen Vahdettin İngiliz emperyalizminin merhametine sığınmıştır.
Aynı tarihlerde İstanbul yönetimi ve işgal gücleri tarafından desteklenen guruplar; Anadolu'da Milli Mücadele karşıtı 20'den fazla iç isyan çıkartmıştır. Atatürk'ün görevden alınması. Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının gıyaben idama mahkûm edilmeleri, Divan-ı Harbi Örfi kararınının imzalanması. Vahdettin, Atatürk ve silah arkadaşlarının “katli vaciptir” fetvasını onaylaması. Milli direnişi önlemek için nasihat heyetleri oluşturulması Anzavur Ahmet'e paşalık rütbesinin verilerek Türk milliyetçilerine saldırtılması. Türklerin idam fermanı olan Sevr Antlaşması'nın imzalatılması Vahdettin'in ve şurekasının marifetinden başka bir şey değildir. Böyle bir durum karşısında
Vahdettin, kaçtıktan sonra değil kaçmadan önce bizzat TBMM tarafından “hain” ilan edilmiştir.
Atatürk, daha 25 Eylül 1920'de TBMM kürsüsünden Vahdettin'in “hain” olduğunu söylemiştir. TBMM'de 8 Şubat 1921 tarihli gizli oturumda, 23 Nisan 1921 ve 9 Temmuz 1921 tarihli oturumlarda Vahdettin'e ağır hakaretler edilmiştir. 30 Ekim 1922 tarihli oturumda ise birçok milletvekili Vahdettin'e “hain” damgası vurulmasını onaylamıştır. Aynı gün, Saltanatı kaldırmak için TBMM'ye verilen 78 imzalı önergede de Vahdettin'in vatana, millete “ihanet ettiği” ifade edilmiştir. Ankara'da TBMM de bu çalışmalar sürerken Anadolunun kurtuluşu için Türk milleti ölüme, zulme, fukaralıga, hastaliklara emperyalizme, kısaca Haçlılara meydan okumaya başlamıştır. Bu meydan okumanın lideri ise sadece Osmanlı'nın tek aristokrasisini olusturan kurmay aklı olan askerler; hatta askerler içindeki 'İttihat Terakkiciler' üstlenmiştir.
19 Ekim 1922'de Refet Bele, TBMM adına Trakya'yı teslim almak için İstanbul'a geldi. 10 gün sonra Ankara Hükümeti 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırıldı. Vahdettin artık Sultan değil, sadece Halifeydi.
4 Kasım 1922'de İstanbul'daki Tevfik Paşa Hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. 4 Kasım 1922'de Refet Paşa, Fenerbahçe-Altınordu maçında, Kadıköy Stadı'nda yaptığı konuşmada, “milli egemenliğe dokunmak isteyecek olan padişah bile olsa vay haline” dedi.
5 Kasım 1922'de Milli Mücadele karşıtı yazılarıyla tanınan Ali Kemal, İstanbul'dan İzmit'e kaçırılıp orada linç edildi. Bunun üzerine diğer Milli Mücadele karşıtları, İngiliz elçiliğine sığındılar. Bu linç edilen Ali Kemalin torunu daha sonra İngiliz Başbakanı Boris Jonson olacaktı. Bu sırada İstanbul'da gazetelerde Vahdettin'in kaçacağı yönünde haberler çıkıyor, Vahdettin'in ihanetlerinden söz ediliyordu.
İşte Vahdettin, bu ortamda hayatını tehlikede görmeye başladı. Milli Mücadele'de yaptıklarının hesabını veremeyeceği için de İngilizlere sığınmayı uygun bulmuştur emin olun.
Vahdettin, 1923'te Mekke'de Şerif Hüseyin'in nezaretinde yayınladığı “beyannamede “yaptıklarının hesabını vermekten korktuğu için değil”, “hayatını göz göre göre tehlikeye atmak gibi Allah buyruğunun kabul etmeyeceği bir şeyden kaçınmak ve peygamberin ‘güçlüklerden kaçınmak' sünnetini yerine getirmek için tıpkı peygamberin Mekke'den Medine'ye hicret ettiği gibi” hicret ettiğini belirtecekti. Vahdettin, düşmanlarına sığınmayı bile dinsel gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmıştı.
Padişah Vahdettin, Milli Mücadele'nin başından beri Anadolu'daki milli harekete karşı hep İngilizlerin yanında yer aldığı bilinmektedir. İngilizlerin her istediğini yapmıştır. İngilizler, Vahdettin'in “halifelik” sıfatından yararlanarak İngiltere'ye karşı ayaklanmaya başlayan dünya Müslümanlarını kontrol etmek istedikleri için Vahdettine kol kanat germişlerdir. Ancak Ankara Hükumeti ve Kurucu lider kadro İngilizlerin bu hayallerini kursaklarında bırakmıştır.
İşte bu minvalde İngiliz kaynaklarında ki yazışmalar şu şekildedir.
26 Eylül 1922'de İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, Londra'daki Lord Curzon'a gönderdiği bir yazıda şöyle diyordu: “Bildiğiniz gibi padişah, kişisel olarak tehlikeye girerse onu korumak için elimizden geleni yapacağımızı kendisine 1920 Ekim başlarında bildirmiştik… Padişah, Mustafa Kemal'e bir kutlama telgrafı göndermeye teşvik edildiğini ama bunu reddettiğini bilgime sunmuştur. Padişahla aramızda aracılık yapan kişi, Kemalistler er geç İstanbul'da başa geçerlerse padişahın tek çare olarak İstanbul'dan ayrılmak zorunda kalacağını bildirmiştir.”
6 Kasım 1922'de Vahdettin, İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold ve yardımcısı Andrew Ryan ile üç saatten fazla süren bir görüşme yapmıştır. Vahdettin, bu görüşmede, “Bolşevik” olarak tanımladığı Kemalistlerin silahsız bir darbeyle hükümeti ele geçirdiklerini, Kemalistlerin aslında azınlık olduklarını belirtti. İtilaf devletlerinin, İstanbul'u Kemalistlere karşı koruyup korumayacaklarını sordu. İngilizler, İstanbul Hükümeti'nin ortadan kalktığını, Lozan'da Türkiye'yi Ankara'nın temsil ettiğini söylediler. Vahdettin, ülkeden ayrılmaya karar verirse İngilizlerin kendisine yardım edip etmeyeceklerini ve İngilizlerin kendisini; Kıbrıs'a mı Mısır'a mı götüreceklerini sordu. Rumbold, Mısır'ın mümkün olmadığını söyledi.
İngilizler, ellerindeki halife-padişahı kullanmayı düşünüyordu. Örneğin, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'ndan Ronald Lindsay, 6 Kasım 1922'de şu açıklamayı yapmıştı.
“Fırsattan yararlanarak padişaha Kıbrıs'ta siyasi barınak önererek veya ona görevinden istifa etmemesini telkin ederek İslam ülkelerinin gözünde saygınlığımızı yükseltme olanağını inceleyelim. Halifenin, İngiltere tarafından milliyetçilere ve Cumhuriyetçilere karşı korunması, Hindistan ve öteki İslam ülkelerinde pek etkili olabilir.” denilmiştir.
Lord Curzon, “padişaha siyasi barınak verme” düşüncesini mantıklı buldu, bunun tartışılmasını istedi. İngilizler, Padişah Vahdettin'in “halifelik” sıfatını kullanmak istiyorlar, bunun için halifeyi götürecekleri bir yer arıyorlardı. Özellikle Hindistan üzerinde duruyorlardı. Ancak 10 Kasım 1922'de Hindistan Kral Naibi, İngiltere'nin Hindistan Dışişleri Bakanlığı'na şu gizli telgrafı gönderdi. “Padişahın halifeliği dışında kendisi Hindistan'da pek az tanınmıştır. Türkiye'nin işgali sırasında onun İngilizlerin oyuncağı olduğundan kuşkulanılmaktadır. Onun tahtan indirilmiş olması Hindistan'da ilgisizlikle karşılanmıştır. Mustafa Kemal ise ülkesinin kurtarıcısı ve İslam'ın lideri olduğu söylenmiştir.
Vahdettinin yukarıda neşrettiğimiz, iltica talep mektubunda “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla imzaladığı görülmektedir. Bu durumda “hilafet” silahı, tam da İngilizlerin istediği şekilde İngilizlerin eline geçiyordu. Bu İngiliz oyununu Atatürk bozdu. Atatürk'ün işaretiyle hemen harekete geçen TBMM, 18 Eylül 1922'de, Vahdettin'in halifelik yetkilerini elinden aldı. Abdülmecit Efendi “halife” sıfatı ile seçildi.
Vahdettin, 21 Kasım 1922'de Malta'ya ayak basarken artık “halife” değildi. Bu haliyle İngilizlerin hiçbir işine yaramıyordu. İngilizler, paçavra politikası gereği devrik padişahtan kurtulmaya karar vermek zorunda kaldılar. İngiliz hükümeti Vahdettin'in İngiliz topraklarında oturmasını uygun görmedi.
Vahdettin, Hicaz Kralı Şerif Hüseyin'in daveti üzerine 21 Ocak 1923 yılında Malta'dan Mekke'ye gitti. Oradan İsviçre'ye gönderildi. Oradan da İtalya'ya geçmek zorunda kaldı.Vahdettin, 20 Mayıs 1923'te San Remo'da 40 odalı Manolya Kasrı'na yerleşti. Bu köşkte saray hayatını sürdürdü. Çünkü yanında yeterli miktarda parası vardı. 51 ay tahtta kalan Vahdettin toplam 1 milyon 20 bin altın ödenek almıştı. Bazı kaynaklara göre kaçarken Osmanlı Bankası'ndan 70 bin İngiliz lirası bir para çekmişti. Tütüncübaşı Şükrü Bey'in verdiği bilgiye göre Vahdettin kaçarken yanında ve hesabında 23 bin altın vardı. Yılmaz Çetiner ise ”sandık dolusu mücevher ve 3000 Osmanlı altın lirası” ile saraydan ayrıldığını yazıyor. Turgut Özakman ise -Mediha Sultan ve Kral Hüseyin'in bazı yardımları da eklenince- Vahdettin'in gurbet parasının bu günün degerine göre 3 milyar 475 milyon ABD doları olduğu ifade edilmektedir. Vahdettin'e hazineyi soydu demek son derece yanlış olur. Çünkü Vahdettin kendi hazinesini soyacak kadar da soysuz olmamıştır. Üstelik Refet Paşa İstanbul'da gerekli önlemleride almıştı. O tarihlerde imparatorların bankalarda çok yükseķ paraları olurdu.
Vahdettin, San Remo'da hem lüks içinde yaşadı hem de Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarına ve bazı yakınlarına çok para kaptırdı. Sonunda para bitti. Ne yazık ki Vahdettin, borç içinde 1926 yılında öldü.
Tüm bunları kronolojik olarak yazmamın tek bir nedeni var. Bir zamanlar babasının Ülkücülere ve Solculara yaptığı işkenceler ile tanınan paşa Soyerin oğlu olan Tunç Soyer'in İzmirin kurtuluşunda yaptığı konusma metninin yargıya taşınmasıdır. Tunç Soyer'in konuşma metni Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Nutuk" isimli eserinden alınmıştır. Köşemden şunu şöylemekten gurur duyuyorum. Gazinin söyledikleri ayet yada hadis değildir. Ancak 100 yıl önce kurucu lider tarafından söylenlerin yargıya taşınması kabul edilebir değildir. Bu tavır Türk millitine parmak sallamak anlamına gelmektedir. Bugün tarihde Fatih Sultan Mehmet ile Deli İbrahim'i kıyaslamıyacaksak ; ya da Deli İbrahim ile Osmanlıyı yargılamayacaksak Vahdettin ile Osmanlı'nın tümünü özdeşleştiremeyiz. Yine de Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'da ki söylediklerine ek olarak Kaynakçada ki kitaplarda bu konuyu daha iyi kavramamıza imkan taniyacaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk konuyu kısa ve net olarak ele almıştır. Ne yazık ki daha fazlası söylenebilir.
Kaynakca:
Atilla Oral, İşgalden Kurtuluşa İstanbul, 2013.
Bilal Şimşir, “Vahdettin'in Kaçışı ve Sonu”
Naşit Hakkı Uluğ, Halifeliğin Sonu, İstanbul, 1975.
Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk-Vahdettin Kavgası, İstanbul, 2014.
Salahi Sonyel, Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Ankara, 2007.
Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 1. Kitap, İstanbul, 2017.
Sinan Meydan, Hafıza, Yakın Tarihin Kitabı, İstanbul, 2019.
Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, Ankara