1999 depremini İstanbul’da bire bir yaşayanlardan birisi olarak bu makaleyi yazmaktan dolayı hem utanıyorum, hem de canım yanıyor.1999’da Türkiye’nin güzide kurumlarının başında olan TRT’de çalışan genç bir memurdum. Mecidiyeköy’de ikamet ediyordum. Gölcük’te gece saat 03.05 sularında deprem olduğunda görev bilinci ile ilk işimiz çalıştığımız kuruma gitmek oldu. Depremden hemen sonra kuruma geçen topu topu sekiz on kişiydik. Gerçi kurumumuzun nüfusu da o tarihlerde taş çatlasın tüm Türkiye’de beş bin kişi bile yoktu.
Kurumumuza gittiğimizde ilk olarak durumun ne olduğunu ve neler yapmamız gerektiğini ortaya koyduk. Saat 03.20’de TRT 1’de hala yurttan sesler yayınlanırken; Ankara’da bulunan yayın şefliği ile görüşerek yayını ağırlaştırmamız gerektiğini konuştuk ve gereği yapıldı. Bu arada TRT Ulus binası içerisinde hiçbir sıkıntı olmamıştı. Çünkü bu bina 1974 yılında soğuk savaş döneminde ağır bombardımana göre dizayn edilmişti. O tarihlerde TRT’nin koruması Jandarma tarafından yapılmaktaydı. Saat 03.20 gibi bizden daha yaşlı bir adam geldi. Yanında bir asker hazır olda duruyordu. Bize binada bir sıkıntı olup olmadığını sistemde çalışmayan bir şey olup olmadığını sordu. Bizde kendisine neden bunları sorduğunu ve kim olduğunu sorduğumuzda kendisinin TRT’nin güvenliğinden sorumlu bir albay olduğunu söyledi. Kendisine depremin nerede olduğunu sorduğumuzda aynen şu cevabı vermişti, “Merkez üssü Gölcük. Çok kaybımız var çocuklar. Allah yardımcımız olsun. Milletimizin başı sağ olsun” dedi ve kurumdan ayrıldı.
O saatlerde bölgeye gitmek üzere bir up link aracını hazırladık. Açık olan bir büfeden arabanın alabildiği kadar su, bisküvi gibi malzemeleri doldurarak ehliyeti olan iki teknik arkadaşı Gölcük’e doğru yola çıkardık. Saat 05.30 gibi up link bölgeye ulaştığında bölgeden ilk haberlerde bizim aracılığımızla vatandaşa ulaşmaya başlamıştı. Çok büyük bir depremdi. Koca Marmara bölgesini etkilemişti. Gölcük başta olmak üzere İstanbul, Sakarya, Adapazarı ve Yalova’yı etkilemişti. Yine eksikler, yine düzensizlik, yine imar kurallarına aykırı yapılan binalar, yine gözyaşı, yine acıi yine felaket ve yine kader yolu denmişti.
Yıllar yılları kovalarken Tüm Türk milleti olarak deprem vergisine alıştık. Artık bu verginin neden toplandığını bile sorgulamazken siyasal İslamcıların yeni ekonomik modeli şehirlere kitlenmiş müteddeyin bir toplum oluşturmaktı. Bir taraftan özelleştirme adı ile memleketin değerleri üç kuruşa yabancı sermayedarlara peşkeş çekilirken beton rantı bu siyasal yapının vazgeçilmezi olmuştu. Türkiye’nin her yerinde çok katlı binalar elifi mertek zanneden müteahhitler tarafından yapılmaya başlanmıştı. Yerel yönetimler başta olmak üzere siyaset kurumu cemaatler finans kurumları hep beraber olmuşlar, vatandaşın cebindeki para ya göz dikmişlerdi. Belediyeler devlet arazilerini satıyor, sonra bu arsaların emsalleri yükseltilip imara açılıyor, İnşaatı üstlenen firma ile finans kurumu biraz reklam ve TOKİ güvencesi ile vatandaşı borçlandırıyorlardı. 1999 depremi unutulmuş, müteahhit cenneti olan memleketimizde sağlam binalar bile deprem gerekçesi ile yıkılmaya çalışılıyordu. Bir taraftan muhalefetin tanımlaması ile “beşli çete” tarafından devletin tüm büyük inşaat ihaleleri davet usulü ile olmazsa acil koduyla bu beton milyarderlerine aktarılıyordu. En son 2017 yılında sapasağlam olan TRT Ulus binasını yıkmaya çalışmışlardı, müteahhit yancıları tarafından. Neyse ki İTÜ ve İBB sayesinde binanın sağlam olduğu tescillendi de müteahhit yancıları devleti soyamadı.
Bu gün geldiğimiz nokta 1999 depreminden daha kötü bir durumdayız. O zaman en azından Kızılay vardı. Kızılay’ın içi boşaltılmamış ve AFAD diye bir afet unsuru var edilmemişti. Deprem vergisi 1999 öncesi yoktu. 1999’dan bu yana deprem vergisi var ama nereye harcandığı pek bilinmiyor. Bir bakanda çıkmış deprem vergisini başka yerlerde de kullanabiliriz hadsizliğinde bulunabiliyor. 1999 depremi sonrası inşa edilen binaların yıkılması kabul edilemez olması gerekirken kader yolu denilebiliyor. Yetmiyor AFAD bu afetten rant devşirme adına kurtarma çalışmalarını sahiplenmekten çekinmiyor. Birde YİMPAŞzade atanmış yardımcı var ki evlere şenlik. Canlı yayında muhalefet belediye başkanlarına ayar vermekten kaçınmıyor. Bu deprem farklı falan değil. Bu deprem basbayağı büyük bir deprem. Yıkılan binalar sizin iktidarınızın kural tanımazlığınızdan yıkıldı. İmar affı ile toplanan paralar depremde öldürülen vatandaşlarımızın kabirlerini bile yaptırmaya yetmez.
Peki. 1999’dan bu yana hiçbir şey yapmadığınız gibi yapılması gerekenlere engel olduğunuz ortadayken hala vatandaşa IBAN atmanızı sosyolojik ve psikolojik olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Gece kurtla bir olup sürüye saldıranlar gündüz de çobanla yas tutuyorlar. Evet, bugün yaşadığımız tam manası ile bundan başka bir şey değil. Tüm Türkiye tüm dünya yasa boğulurken içinde bulunduğumuz garabette ortaya çıkmış oldu. 1999 depreminde iktidara acımasızca saldıran tüm kini ve nefreti ile vuran siyasal İslamcıların söyledikleri hala kulaklarımızdan çıkmıyor. Dönemin iktidarı deprem gerçeği ile yüzleşmekten çekinmediği gibi gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktan da kaçınmadı. Bir daha deprem ile yasa boğulmayalım. Bir daha çaresizlik içinde kalmayalım diye. Bir daha depremin insanı öldürmediği; binanın insanları öldürdüğü gerçeğini unutmayalım. Bir daha çalan çırpan müteahhitler olmasın. Bir daha kuralsız şehirler olmasın diye. Ancak nafile. Ahlakın olmadığı yerde adalet, adaletin olmadığı yerde de acı ve keder, kader olur.