Silivri’de tutuklu bulunan İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, kaleme aldığı kapsamlı makalede gençlere seslendi.

“En büyük çağrımız gençlerimizedir” diyen İmamoğlu, gençliğe yönelik mesajında “Ayağa kalkan gençlerimiz farklılıklarıyla birlikte omuz omuza, yan yana durarak bize yeni hayatın ipuçlarını vermektedir. Türkiye’yi sizler ayağa kaldıracaksınız” ifadelerini kullandı.

“BU İKTİDAR MİLLETİN YOKSULLUĞUNU SÜRDÜRÜLEBİLİR KILDI”

İmamoğlu, mektubunda mevcut iktidarı sert sözlerle eleştirdi. Türkiye'nin “otoriterleşme, adaletsizlik ve ekonomik çöküş” içinde olduğunu belirterek, “Bu iktidar milletin içine düştüğü yoksulluğa çözüm üretmek yerine koltuğunu korumanın derdine düştü. Zenginleri daha zengin, yoksulları daha yoksul yapan bu düzen millete karşı işlenmiş bir suçtur” dedi.

Ekonomideki bozulmanın sorumlusunun iktidar olduğunu söyleyen İmamoğlu, “Yoksulluk bu milletin kaderi değildir. Türkiye büyürken millet küçülemez. Büyümeden herkesin payını aldığı hakkaniyetli bir düzen kurmak en önemli vazifemizdir” diye konuştu.

“İSTANBUL MODELİ TÜRKİYE’YE ÖRNEK OLACAK”

İstanbul’da hayata geçirdikleri “İstanbul Modeli”ni tüm Türkiye’ye yaymak istediklerini söyleyen İmamoğlu, sosyal desteklerden kreş hizmetlerine, dayanışma uygulamalarından kent yatırımlarına kadar birçok örnek verdi. “İstanbul, dayanışmanın kenti oldu. Şimdi Türkiye modelimizi inşa etmenin zamanı” dedi.

MAKALENİN TAM METNİ

İşte, İBB Başkanı ve CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu’nun Silivri'den yazdığı makalenin tam hali:

Ülkemiz, adalet ve demokrasi krizleriyle sarsıldığı bir dönemde, ekonomik olarak da giderek dibe çöküyor. Tüm darbe süreçlerinde olduğu gibi, 19 Mart darbe girişimi sürecinde de aynı tecrübeyi yaşıyoruz. Adalet ve demokrasiden uzaklaştıkça, otoriterleştikçe gelir adaletsizliği artıyor, enflasyon durdurulamıyor, yoksulluk derinleşiyor, özetle ekonomi çöküyor. Demek ki cehaletin basitliğiyle ortaya atılan “faiz sebep, enflasyon sonuçtur” sığlığındaki denklem, yükselişin değil büyük felaketin habercisiymiş. Sonuçta daha doğru bir denklem, tüm sertliğiyle yüzümüze çarpıyor; oligarşik, despotik rejimler, sivil darbeler sebep, yoksulluk ise sonuçtur.

Oysa medeniyetler beşiği Anadolu’da yükselen; tarihiyle, kültürüyle, zenginlikleriyle, insanıyla Türkiye eşsiz bir ülkedir. Yaradan’ın verdiği nimetlerin en doğru şekilde değerlendirilmesine muhtaç ve mukadderdir. Ama ne yazık ki kadim ve bereketli topraklar üzerinde yükselen bu ülke iktidar tarafından zenginliğin, özgürlüğün, adaletin, güven ve huzur içinde insanca yaşamanın ancak bir hayale dönüştüğü derin bir çıkmaza sokulmuştur. İktidar ülkemizi yoksulluğun ve adaletsizliğin kol gezdiği bir distopyaya çevirmiştir.

"YOKSULU DAHA YOKSUL YAPAN BU UCUBE DÜZEN İNŞA EDİLMİŞTİR"

Her zorluğa, cefaya ve çaresiz tabloya rağmen canını dişine takarak derin bir sabırla ailesi, geleceği ve ülkesi için azimle çalışan bu millet, emeklerinin hakkını almak bir kenara dursun, ağır vergilerle kendi ceplerinden alıp bir avuç insanı zengin eden bu talan düzenine mahkum edilmiştir. Milletimiz inim inim inlerken zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan bu ucube düzen inşa edilmiştir. Zengin olmak elbette suç değildir ancak zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan bu düzen iktidar tarafından millete karşı işlenmiş bir suçtur.

İktidarların görevi milletin gerçeğini anlamak, onunla yüzleşmek ve krizleri aşmaktır. Krizleri derinleştirmek, krizlere yeni krizler eklemek değildir. İktidar milletin içine düştüğü yoksulluk, adaletsizlik ve çaresizliğe çözüm üretmek yerine, kendine ait zannettiği koltuğunun derdine düşmüş durumdadır. Hiçbir iktidar, hırsıyla yanıp tutuştuğu iktidarını kaybetme korkusunun esiri olduğu böylesine bir dönemi ülkemize ve milletimize yaşatmamıştır. Neye mal olacağını, millete nasıl bedel ödeteceğini hiç umursamadan bana ve benimle birlikte tüm rekabet düzenine kumpas kurdular. Bu kumpas, başta aziz milletimizin vicdanı olmak üzere tüm dünyada ülkemize karşı bir güvensizlik yarattı. Milletimizin çok büyük bedeller ödeyerek biriktirdiği 50 milyar dolardan fazla parası bu iktidar tarafından yakıldı, faizler yükseldi. Daha da ötesi Türk milletinin cebinden ve sofrasından çalınarak verilen vahşi faizin cazibesiyle gelen bir miktar sıcak para da ülkemizi terk etti.

İktidar artık kabul etmelidir ki tüm bedellerin halkımıza ödetildiği enflasyonla mücadele programı, bir avuç azınlığın iktidar hırsına kurban edilmiş ve çökmüştür. Ekonomide süren bu adaletsiz, bozuk düzende olanın adı servet transferidir. Kazananı bir avuç insan, kaybedeni millettir. Bunun suçlusu iktidar, cezayı verecek olansa sabırsızlıkla sandığı bekleyen millettir.

"SİLİVRİ’DEKİ HÜCREMDE MİLLETİMİZİN YÜKLEDİĞİ SORUMLULUKLA...

Bu cefakar millet, kendisine yaşatılana mahkum değildir. Bu milletin kaderi yoksulluk değildir, olamaz. Muazzam bir insan kaynağı ve üretken, verimli, etkili bir coğrafyaya sahip olan milletimiz azmiyle, çalışkanlığıyla, mahkum edildiği yoksulluk duvarını paramparça edecek kuvvettedir.

Adaletten ve demokrasiden uzak, yoksulluğu normalleştiren bu bozuk düzende ve yaşatılan buhranda üzerimizde büyük sorumluluklar olduğunun farkındayız. “İstanbul Modeli” tam da bu sorumluluk duygumuzun ortaya koyduğu icraatler bütününün adı olmuştur. Dayanışmanın, kalkınmanın, refahın ve israftan uzak bereketin kentine çevirdik İstanbul’u. Kent lokantalarından nakdi desteklere, ücretsiz süt desteğinden kreşlere, Askıda Fatura’dan emeklilere pazar desteklerine, gençlere burs ve yurtlardan annelere ücretsiz ulaşım desteğine İstanbul, dayanışmanın kenti oldu. Meydanlardan parklara, kültürel mirastan kent ve yaşam ormanlarına kentin her karışına refahın adil paylaşımını taşıdık. Bugün ülkemizin en büyük ihtiyacı dayanışma, kalkınma ve refahtır. Şimdi Türkiye modelimizi inşa etmenin zamanıdır. Halkçı ve icraatçı ruhumuzla Silivri’deki hücremde milletimizin yüklediği sorumluluğun bilinciyle görevimin başında bunları detayları ile çalışıyorum.

Sanayiye dayalı sürdürülebilir bir büyümeyi, milli sanayi politikalarımızın motivasyonu ile uluslararası rekabet gücümüzü, içinde bulunduğumuz yüzyılın en öncü alanı olan teknoloji kapasitemizi dünya ile yarışan çok etkili seviyeye çıkartmaya yönelik kapsamlı bir stratejinin hazırlığındayız. Ekonomideki tüm paydaşlarımızla ortak akılla kurulacak ve aktif, etkin bir biçimde çalışacağımız kurullarımızla sanayi politikasını, tüm üretim, kalkınma çabalarımızı sadece büyüme hızını arttıracak, zengin milletlerle aramızdaki mesafeyi sıçrayarak kapatacak bir araç olarak değil aynı zamanda büyümenin yönünü ve kapsayıcılığını belirleyecek bir araç olarak da yeniden şekillendiriyoruz. Bu süreçte artık yapısal bir sorun haline gelmiş işsizliği de çözecek istihdam politikaları geliştiriyoruz.

Bu iktidar döneminde yaşadıklarımız gösteriyor ki Merkez Bankası bağımsız olmak zorunda. Böylece para politikaları, fiyat istikrarı sağlama ve koruma amacından sapmadan geliştirilebilir. Kaynaklar koltuk koruma derdindeki muktedirlerin ihtirasları için değil yeni çağın rekabet ölçütlerine uygun, üretken yatırımlar için kullanılabilir. Teşvik sistemi de yeni rekabet ortamına göre yeniden tasarlanmak zorundadır. Sektör odaklı yapısından çıkıp, rasyonel ve stratejik hedefler doğrultusunda çok boyutlu standartlara ulaşan tüm firmaları kapsayan bir yaklaşımla değiştirilmelidir. Böylece hem verimliliğimizi arttıracak hem de yatırımcıları umut vaat eden sektörlere yönlendireceğiz.

Tüm bunları yapmanın şartları ve prensipleri olacak. En önemlisi yoksullukla mücadele etmek, orta sınıf ve çalışan kesimin yaşam koşullarını iyileştirmek ve gelir adaletsizliğini gidermektir. Türkiye büyürken, millet küçülemez. Büyümeden herkesin payını aldığı hakkaniyetli bir düzen kurmak en önemli vazifemizdir.

İktidarın muhterisliğine kurban edilen ekonomik direncimizi, dayanıklılığımızı artırmak için bir değişim seferberliği başlatmamız gerekiyor. Sanayi ve teknoloji politikalarını iklim kriziyle mücadeleyle uyumlu kılmak, Türkiye ekonomisinin son 25 yıllık “erken sanayisizleşme” sürecini tersine çevirmek zorundayız. Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın değişim sürecinde tüm sektörleri ve kamu kaynak kullanımını yeniden yapılandırmak da bir zarurettir. Bu üretim seferberliği özellikle ticaret yolları odaklı yeni lojistik hatları, yeni sanayi kentleri, yeni üretim bölgeleri, yeni ticaret bölgeleri ve altyapı yatırımlarıyla, ülkemizi geleceğe taşıyacak ve dünyayla rekabet edecek hale getirecektir.

"YOKSULLUĞU SÜRDÜRÜLEBİLİR KILMAK DEĞİL, AŞMAK LAZIM"

İktidar kendi milletini dinleyip anlamadığı gibi dünyanın içinden geçtiği büyük dönüşümü de idrak edememektedir. Amerika ve Çin arasında başlayan büyük ticaret savaşının pek çok cephesi vardır. Ancak savaşın kalbi teknoloji ve üretim alanında kartların yeniden dağıtılmasıyla ilgilidir. Bu savaşın jeopolitik ve jeostratejik alanında yapay zeka, enerjide dönüşümler, kuantum bilişimi, iletişim, ticaret yolları ve sektörlerin dijitalleşmesi gibi başlıklar vardır. Tüm bunlar bize gelişmiş ülkelerin belki de insanlık tarihinin en büyük sıçramasına hazırlandıklarını gösteriyor. İnsanlık tarihi bu sıçramalardan pek çok kez geçti. Buharlı makinenin icadı, elektrik motoru, endüstri devrimi, internet ve bilgi çağı gibi sıçramalara gecikmenin bedeli milletimize ağır oldu. Gelişmiş ülkelerle milli gelir açısından aramızdaki fark altı kata çıktı. Eğer insanlık tarihinin bu en büyük sıçramasında treni kaçırırsak aramızdaki mesafe kapanmaz bir uçuruma dönüşebilir. Bu farkına varmak zorunda olduğumuz, milletimiz ve devletimiz için büyük bir tehdittir.

Ülkemizin ilerleyeceği zorunlu istikamet bellidir, üreteceğiz. Hızla ilerleyen teknoloji sebebiyle üretim biçiminin dönüştüğü ve üretimde dijitalleşmenin artık bir zorunluluk olduğu dünyada, ayakta kalabilmek için üretmek zorundayız. Dünya siyasetinde gerilim, çatışma ve savaşların arttığı, yeni arayışların ve ittifakların kurulduğu, içe kapanma eğilimlerinin çoğaldığı bu dönemde Türkiye’yi önde gelen ülkelerden biri haline getirmek için üretmek zorundayız. Küreselleşmenin zayıfladığı, ikili ortaklıkların ve çok kutupluluğun önem kazandığı bu dönemde jeopolitik avantajlarımız var. Üretim seferberliği bu avantaj dinamiğine oturmaya müsait. Ancak dünyada oluşan yeni rekabet şartları, yeterli büyüklükte ve teknolojik donanımda veri merkezleri kurmayı, bunu coğrafi bir stratejiye dayandırmayı ve ülkenin verisinin yurt dışındaki veri merkezlerinde saklanmasına son vermeyi gerektiriyor. Böylece rekabet gücümüzü her alanda yükselterek öngörülebilir ve istikrarlı bir makroekonomik ortam oluşturabiliriz. Elbette böyle bir üretim seferberliği için hukuk sistemine, adalet ortamına ve demokratik rekabet zemini sağlam bir iklime ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.

İçinden geçtiğimiz bu yoksullaşma döneminde sosyal yardım ağlarının belediyeler üzerinden yönetilmesinin önemi ortaya çıkmıştır. Yoksulluğu bu iktidarın yaptığı gibi sürdürülebilir kılmak değil, aşmak, azaltmak ve bitirmek gerektiği ortadadır. Bunun için nitelikli temel eğitimi ve kamu sağlık hizmetlerini herkes için ulaşılabilir hale getirirken yaşlılar, engelliler gibi dezavantajlı gruplar için gelir garantili programlarla sosyal destek ağlarını genişletmek zorundayız. Son dönemde yerel yönetimlerde gerçekleştirdiğimiz sosyal belediyeciliği gerçek manada bir sosyal devlet anlayışıyla tüm ülke sathına yaymak zorundayız.

Ülkemizin büyük adaletsizlikler, ekonomi ve demokrasi krizleri içinde görünmez hale gelen önemli meselelerinden biri gıda güvenliğidir. Artık tarım politikalarını gıda güvenliğini merkeze alarak düzenleme zamanı gelmiştir. Çiftçilik cazibesini yitirmiş, üretim yapan kırsal nüfusun yaş ortalaması 60’a dayanmıştır. Tarıma dayalı sanayinin güçlendirilmesi, çiftçiliğin kazançlı bir meslek olarak cazip kılınması, tarım sanayi entegrasyonuyla gıda zincirinin dayanıklı kılınması bir mecburiyettir. Bu iktidar döneminde çiftçilik siyasi kararlarla, yanlış stratejilerle bilinçli olarak borç batağına sürüklenmiştir. Acil destek planlarına ve uzun vadeli planlamalara ihtiyacımız aşikardır. Çiftçimizi rahatlatmak, ekolojik değişim planları geliştirmek, iklim değişikliğiyle mücadele etmeyi tarımın itici gücü haline getirmek zorunda olduğumuz, son günlerde yaşanan krizlerle daha da belirginleşmiştir. Ülkemizin kaynaklarını iktidar ihtiraslarında heba edenler, çiftçimizi bir kez daha iklim krizlerinde yalnız ve çaresiz bırakmıştır.

Önümüzde hiç zaman kaybetmeden yola çıkmayı gerektiren zorlu bir süreç var. Tıpkı tüm dünyanın yaşadığı gibi biz de toplumsal bir ekonomik dönüşüm sürecine giriyoruz. Bu sürecin yükünü yeni nesiller üstlenecek. Yükselen yeni nesil, demokrasiyi de ekonomiyi de sırtlayacak bir enerjisi olduğunu göstermiştir. Bize düşen de eğitim sistemini ideolojik tartışmalardan kurtarmak, gençlerimizi dünyadaki akranlarıyla rekabet edebilecek seviyeye taşımak, bunun için müfredatı güçlendirmek, öğretmen niteliğini artırmak ve devlet okullarına herkesin çocuklarını gönül rahatlığıyla göndermesini sağlayacak bir eğitim iklimi oluşturmaktır. Ülkemiz eğitim sisteminin son 45 yılını ideolojik tartışmalarla, defalarca kez yaşanmış sistem değişiklikleriyle heba etmiştir. Devletimizin görevi, lise bitirmiş her gencimize küresel akran rekabetinde donanım kazandırmaktır. Bunun için liseden mezun olan her gencimizi İngilizceyi uluslararası akranları kadar bilen ve güncel teknolojik donanıma sahip yurttaşlar kılmak zorundayız. Farklılıklarımız gençleri bölen, birbiriyle çatıştıran, birbirlerine kin duymalarına yol açan değil bir zenginlik ve işbirliği içinde birlikte toplum olmamızı sağlayan gerçekliğimiz olarak kabul edilmelidir. Ayağa kalkan gençlerimiz farklılıklarıyla birlikte omuz omuza, yan yana durarak bize yeni hayatın ipuçlarını vermektedir. En büyük çağrımız gençlerimizedir. Türkiye’yi sizler ayağa kaldıracaksınız. Umudu sizler yeşertecek, çalışan, üreten, kazanan ve paylaşan Türkiye’yi sizler büyüteceksiniz. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında tarih yazacağınıza inancım tamdır. Eğitim veya göç, iş amacıyla yurt dışına giden gençlerimiz, siz de hazırlanın. Atamızın Cumhuriyetimiz kurulurken başka ülkelere eğitim için gönderdiği gençlere söylediği gibi “birer kıvılcım olarak gittiğiniz memleketlerden alevler olarak döneceksiniz.” Gençlerimizin geleceğimizde zenginliğimizin teminatı olmaları için ihtiyaç duydukları altyapıyı ve stratejik vizyoner yol haritasını onlara hazırlayacağız.

"TÜM HEDEFLERİMİZ İÇİN PLANLARIMIZI OLUŞTURDUK"

Tülay Hatimoğulları, aynı gafı tekrar yaptı: Sayın Abdullah Bahçeli... Tülay Hatimoğulları, aynı gafı tekrar yaptı: Sayın Abdullah Bahçeli...

Tüm hedeflerimiz için planlarımızı oluşturduk. Ekonomik programımız ile üretim yapısını temelden değiştirecek, şeffaf ve hesap verebilir bir yaklaşımı devreye sokacağız. Çok kısa bir zaman diliminde Türkiye’yi dünyanın bu yeni çağında doğru bir yolculuğa, güçlü, şeffaf, hesap veren, liyakatli kamu düzeniyle ciddi kaynaklarımızı bahsettiğim programlarımıza aktaracağız. Cennet vatanımızda 86 milyon insanımız için artık yoksulluk değil zenginlik konuşulacak.

Aziz milletime sesleniyorum. Bu milletin kaderinin yoksulluk, umutsuzluk ve çaresizlik olmadığını bütün dünyaya gösterelim. Ülkemizi sıçrayarak kalkındırmak, devletimizi demokratik ve güçlü; milletimizi zengin kılmak elimizde. Milletimiz bunun için; adalet, demokrasi ve zenginlikten payını almak için ayaktadır. Bu ülkeyi kifayetsiz muhterislerin mahkum ettiği yoksulluktan kurtaracağız. Adalet ve demokrasi devrimini gerçekleştireceğiz, biliyoruz ki Ya Adalet Ya Sefalet. Mevcut ceberrut düzeni, rejimi bu milletin ve devletin üstünde karabasan olmuş cumhurbaşkanlığı sistemini tarihin derinliklerine göndereceğiz. Milletimize yakışan en güçlü demokratik parlamenter sistemi, kuvvetler ayrılığı prensibini ve hesap veren, şeffaf, liyakatli kamu düzenini milletimize ve geleceğimize biz kazandıracağız.

Çalışacağız, üreteceğiz, kazanacağız ve milletçe adaletle paylaşacağız."