Bugün okullar açılırken Narin’imizin arkadaşlarının yanında olamamasının, ilk zili duyamamasının kahredici acısını tüm vicdan sahibi yurttaşlar yüreklerinde hissediyor. Dün Ağrı’da Leyla Aydemir yavrumuzun katili beraat etmeseydi, Gülistan Doku’nun katili bulunup hesap sorulsaydı belki de bugün gözü dönmüş katil sürüsü ailesi Narin’e kıyamayacaktı. 

Artık Narin’leri kaybetmek, bu acıları yeniden yaşamak istemiyoruz. Çocuklarını koruyamayan bir ülke geleceğini de koruyamaz!

Leyla

Cezasızlığın hüküm sürdüğü; adalet sistemine olan güvenin sarsıldığı, güçlünün suçunun yanına kar kaldığı; çocukları koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılan; yeri okul olması gereken çocukların çalışırken hayatını kaybettiği; sosyal devlet ve sosyal politikalar zayıflarken bunların yerine tarikat/cemaat yapılanmalarının devreye sokulduğu; eğitimden sağlığa, güvenlikten adalete tüm sistemin bozulduğu bir ortamda çocuklarımız için endişeliyiz.
 
Son birkaç günde tanık olduğumuz adaletin ayaklara alındığı Dilan-Engin Polat’ın tahliyesi, deprem zamanında çadırları, kanları parayla sattığı ortaya çıkan Kızılay eski genel müdürü Kerem Kınık’ın kızı Fatma Zehra Kınık’ın 17 yaşındaki bir çocuğa arabasıyla çarpıp öldürmesi üzerine yurtdışına kaçması tüm vicdan sahibi insanları öfkelendirdi. 

Son verilere göre ülkemizde çocuk istismarı vakalarında %700’lük bir artış görünüyor. Bu saptama elimizdeki verilere göre tabi ki. Daha verilere geçmemiş, tespit edilmemiş, örtbas edilmiş birçok vaka olduğunu bizler maalesef biliyoruz. Nereden biliyoruz? Sivil Toplum Kuruluşlarından, Tabipler Birliğinin kayıtlarından biliyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerinden biliyoruz. Bu artışın son on yılda olduğunu da biliyoruz. Adeta bir bulaşıcı hastalığın yayılması gibi önlenemez bir şekilde artıyor istismarlar. Bu durum artık ülke geneline yayılmış durumda. Bu son derece acı verici bir şey.

Kısaca çocuk istismarı diyoruz değil mi? Ama bu ruhen ve bedenen bir çocuğu bitiren bir şey. Bu istismar kelimesinin içeriği tahminimizin çok üzerinde anlamlar taşıyor. Adli tıp raporlarını çoğumuz görmüyoruz fakat bir çocuk istismarı vakasında bu raporları şöyle vatandaşın kullandığı dile uyarlasak, inanın kanımız donar. İnsanlığımızdan utanırız hatta ölmek isteriz. Sanıyor musunuz ki sadece kız çocukları istismara uğruyor? Erkek çocuklarımız da hemen hemen aynı oranda istismara maruz kalıyor. Bunların bir kısmı ölümle sonuçlanıyor. Bir kısmı ise hayatını kurtarabiliyor fakat kurtarılan çocuk yaşayan bir ölüye dönüşüyor. Artık ne söyleyecek sözümüz kaldı ne de akıtacak yaşımız kaldı. Ve sanıyoruz ki bizim çocuğumuzun başına gelmez. Hayır. Herkesin başına gelebilir.

Gereken cezaların verilmediği konusunda halk vicdanı da rahat değil. Halkın vicdanı yanılmaz. Ceza hukukunda da cezalandırılmanın asıl amacı mağdurun hakkını korumak ve kamu vicdanını rahatlatmaktır. Demek ki verilen cezalarla kamu vicdanı rahatlamıyor. Kamu vicdanı yaralıdır. Kamu vicdanı kanamaktadır. Adalet vicdan demektir. Evrensel hukukun temelinde insan sevgisi hayvan sevgisi doğa sevgisi ve vicdan vardır. Hukuk bu kavramlar üzerinden yol alır. Bu bağlamda yargılamaların çok uzağını görüyoruz. Uzayan yargılamam mağdura ve ailesine mağduriyet katıyor. Geç gelen adalet, adalet değildir. Bu yargılama süreci çocuğun mağduriyetine mağduriyet katıyor. Bu tarz istismar olaylarında olay uzatılmamalı ve verilecek en üst ceza olan ağırlaştırılmış müebbet hapsin verilmesi ve bir takım kimyasal müdahalelerin uygulanması kanaatindeyim. Bu bir bulaşıcı hastalıktır ve bu hastalıkla mücadele sadece hukukçuların değil, tüm ilgili meslek gruplarının da görevidir.

Tüm ülkeyi tarikat ve cemaat cehennemine çevirenler bu insanlık dışı olaya ortaktır. Tecavüzleri aklayanlar, “bir kereden bir şey olmaz” diyenler, tecavüzcüyle evlendirmeyi çözüm olarak sunanlar, “küçüğün rızası vardı” lafını kullanmaya cüret edenler, Narin’i katleden psikopat, hasta ruhlu ailesi için “bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken şeyler var çünkü aile, bizim dostlarımızdır” diyenler de bu suçun ortağıdır.
 
Çocuklarımızın yaşamının ve geleceğinin güvende olacağı bir ülke için mücadele etmek hepimizin boynunun borcudur. O dönem Başbakan olan Sayın R.T. Erdoğan, 20 Mayıs 2014’te attığı bir twitte “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkça ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.” 10 yıl sonra bu sözünün arkasında durmasını ve Narin’in katillerine Leyla’nın katilleri gibi korunup kollanmadan en ağır cezaların verilmesini kamuoyu olarak bekliyoruz ve takipçisi de olacağız…

Metin Üstündağ