Şehirli çocuk!
“Sözlerime küfürle başlamak istiyorum.” Diyen şair gibi (rahmet olsun) kollarından tutarcasına bir giriş yapayım istedim fakat sana az gelir(!) kanaatine varmam çok da uzun sürmedi. Hoş, zaten o kadar kibar bir adam değilim. Sövecek ve söyleyecek çok şeyi olan duygudaşlarımı arkama alarak yazacağım bu sefer. Esasında yazmak diye masumane betim hafif kalır, yalan olmasın tek derdim hesap sormak! Dolayısıyla bu cümlelerle herhangi bir ekranın karşısında muhatap oluşunu şans olarak görmeni dilerim. Zira gövdenin üzerinde taşıdığın o meşenin cayır cayır yanarken çıkarttığı sesleri duymayı ne kadar istediğimi bir bilsen… Ahh dişlerimi nasıl sıktığımı bir bilsen…
Ben bu satırları yazmaya henüz niyet etmiştim ki telefonuma bir mesaj geldi. Bilenler bilir ekrandan okurum mesajları cevap vermemek için, bu sefer cevap verebileceğim bir şey değildi.
Mesaj şöyle: “Kurtaramadık, Mehmet Binbaşı şehit oldu. Adana’da sırlanacak.”
Mehmet… Habib-i Kibriya’nın (s.a.v.) adaşı.
Mehmet… Binbaşı!
Kapağına “Ölümü Üzerine Zırh Diye Giyenler” yazdığım bir ajandam var. Ajanda dediysem anla işte, şehit olanları tek tek tarihiyle ve varsa çocukları ya da eşlerinin isimleriyle yazdığım, “Ben olmazsam kanımdan gelen olur da bu hesap illaki sorulur!” niyetiyle tuttuğum bir defter. Yüzlercesini yazarken olduğu gibi, kalem elimde titrerken bir Fatiha ile açtım kapağı. Bil isterim, bana dünyada hiçbir şey o defter kadar ağır değil. Bilmek kolay mı sandın? Bir de unutamamayı gör.
Ben nasibim kadar yazıyorum, sen nasibin kadar okuyorsun. İş okumakta değil, anlamakta. Anlamakta değil, yapmaktadır. Yapmak da yetmez, ihlas lazım biliyorum. Haricen, konunun mesuliyetini üzerine almayacağını da biliyorum. Sadece bu kadar lümpen, bu kadar vasat, bu kadar basit olmanı kaldıramıyorum ve bas bas bağırarak soruyorum: Senin canına değer biçen kim? Kim oluyorsun ve kaç kuruş ediyorsun da bu pervasızlığınla her şeyin en iyisini kendine hak görüyorsun? Hesap görme sırası sana da gelmeyecek mi sanıyorsun?
İt gibi gölgede yatıyorsun, gölge kendinin sanıyorsun! Korkunç bir cehalet.
Anladığında çok geç olacağına eminim, büyüklerin, onlarca defa “maksadını hatırla ve manaya şahit ol” diye seni uyarmalarının yalvarıştan öte olmayışını. Malumun ilamına gerek yok ama senin, onların bütün bu hoş muamelelerine karşı olan alaycı tavrın da sana zerk edilen bir zehir. Panzehre olan düşmanlığına tavrım, anlıyorsun değil mi? Gerçi senin evvela anlamayı anlamak, anlam felsefesi ve yeniden değerlendirmesi başlıklarına haiz olman gerek. Vah ki ne vah…
Aslanım! Kanında kut yoksa idrak terazin bu dediklerimi çekmeyecek, bu sebeple kıyam et diyemiyorum sana. Velakin azizi zelil, zelili aziz eden Cenab-ı Allah Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm’a and olsun bu dünyanın üstü kadar altı da var. Dolayısıyla içinde bulunduğun bu sefil hâl, hayatı veresiye yaşamaktan başka hiçbir tanıma uymuyor, üzgünüm. Gün olur da kendine gelirsen eğer, reçeteyi uzakta arama, yere bak. Rehberin karınca, keramet istikametinde gizli.