Sansür... İnsanlık tarihinin her döneminde vardı değişen sadece uygulayanlar ve uygulananlar. Eski dönemlerden bu yana, halkın çıkarlarını gözetmek bahanesiyle, gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını engellemek için çoğu otoritenin başvurduğu bir kılıf.
Her ne kadar sansür sadece yazılı ve görsel basına uygulanıyormuş gibi gözükse de halkın da doğru bilgiye ulaşabilmesinin önüne geçtiği bir gerçektir.
Bu öyle zincirleme bir reaksiyon ki yasaklar ve sansür her kademedeki insana bir şekilde etki ediyor. Sanatçısından, gazetecisine, doktorundan, öğretmenine, ev hanımından öğrencisine herkes fikir beyan etmekten, konuşmaktan, yazmaktan imtina eder hale geliyor. Her zorluğa rağmen konuşmaya, yazmaya, düşünmeye devam edenler ise korku imparatorları tarafından zorla sindiriliyor.
Ben bu yazıyı yazarken, umarım geçmez dediğim 29.madde de onaylanarak komisyondan geçti. Bundan böyle her yazdığımız yazı, her attığımız twet, her paylaşımımız ile suçlu ilan edilebiliriz. Zira maddelerdeki muğlaklık ve belirsizlik ortada. Mesela “Gerçeğe aykırı yayın yapmak, yazmak, paylaşmak” ifadesinde ki “Gerçeğin” ne olduğunu, gerçekten çok uzak olan kişilerin tanımlama ihtimali olması sizce de çok korkutucu değil mi?
Gelelim yazının başlığındaki Büyük Biradere! Bu Birader tam da şikayet ettiğimiz bu yasakçı zihniyeti temsil eden ütopik bir film karakteri.
Chorce Orwell’in 1947/48 yıllarında yazdığı aynı isimli kitabından Sinemaya uyarlanmış olan film distopik bir hikâye anlatıyor. Ayrıca 20.yy’in en etkileyici distopyalarından birisi olarak gösteriliyor.
Filmin Adı “1984”
Başkarakterimizin adı Winston Smith.
Winston 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan yenidünyada “Gerçek Bakanlığında” çalışan bir memurdur. Her şeyin devletin kontrolünde olduğu bu ütopik dünyada, bırakın devleti eleştirmeyi bunu düşünmek bile yasaktır. Her yere yerleştirilmiş kameralar ve mikrofonlarla evlerde dahi insanlar kontrol edilir.
Şöyle bir düşünün evinizde televizyondan, telefondan, kameralarla, mikrofonlarla her daim izlenseydiniz siz ne yapardınız?
Bu kadar engel ve kontrol varken kendinizi nasıl ifade ederdiniz? Daha doğrusu edebilir miydiniz?
İşte böyle bir ortamda olan kahramanımız Winston, kimseyle konuşamadığı için bütün düşündüklerini bir günlüğe aktarır.
Günlükle konuşur adeta.
Günlüğüne de bu baskıcı ve korkutucu yönetimin başındaki lideri ’Big Brother(Büyük Birader)’ ismiyle kaydeder. Yapılan baskıdan o kadar bunalır ki sık sık ‘Kahrolsun Büyük Birader’ yazar günlüğüne.
Winston Büyük Biraderin otoritesinden kurtulmak için yer altında bulunan, sistem karşıtlarıyla birlik olur. Ya da olduğunu düşünür, aslında çoktan “Düşünce Polisleri”nin tuzağına düşmüştür. İnsanların üzerindeki baskı ve korku öyle büyük boyuttadır ki çocuklar bile, ailelerinin sistem ya da Büyük Birader’le ilgi yaptıkları olumsuz konuşmaları ‘Düşünce Polislerine’ şikayet ederler.
Her yerde ‘Büyük Birader Sizi İzliyor’ yazılı olan duvarlarla kaplı bu ütopik dünyada düşünmek, yazmak, okumak, konuşmak ve yeni İcraatlar yapmak tamamen yasaktır. Kurallara uymayanlara yanlış yapanlara, itaat etmeyenlere hasta muamelesi yapılır ve sözde tedavi altına alınırlar. ‘öldürmüyoruz dönüştürüyoruz’ diyen “Düşünce Polisleri” türlü işkencelerle isyancıları tekrar sisteme dahil ederler.
İki kere ikinin kaç ettiği sorulunca ne dersiniz? Doğal olarak hepimiz dört deriz değil mi?
İşte bu ütopik dünyada iki kere ikinin beş ettiğini söyleyen ve bunu kabul ettirmek için de türlü yöntemleri kullanan bir ‘Büyük Birader’ bulunur.
Hazır hafta sonuna da giriyorken bu filmi izlemek için kendinize vakit ayırın. Günümüzden çok şey bulacaksınız.
Filmin sonunda sanki günümüzü anlatan bir söz belirir ekranda.
‘’Özgürlük mirasını korumayı başaramazsak, bu hikaye çocuklarımızın hikayesi olabilir.’’