Bir yandan Magarsus’ta rol alıyor diğer yandan bu sezon Aldatmak dizisinin kadrosuna dahil oldu. Tiyatrosu D22, 10’uncu yılında sezonu açıyor. Bir de sırada kitap projesi var. Yani Berkay Ateş her yerde
Geçen yılın en iyi filmlerinden Karanlık Gece’nin başrolüydü, şimdi de son yılların en iyi yerli dizilerinden Magarsus’ ta parlıyor. Yeni sezonda Aldatmak kadrosuna dahil oldu, tiyatrosu D22’nin onuncu yılını kutluyor, toplu oyunları kitap olarak çıkıyor, A Milli Kadın Voleybol Takımı oyuncularımızdan Simge Aköz ile güzel bir beraberliği var.
"Bir işin iyi olması için her şeyinin iyi olması lazım: Senaryo, oyuncular, yönetmen,
kurgu, müzik..." Fotoğraf: Barış Acarlı
“Uzun zamandır beklediğim bir dönemi yaşıyorum” diyen Berkay Ateş ile kalecilikten sahneye uzanan macerasından, mesleği için yaptığı fedakarlıklardan, yerel hikâye yazmanın zorluklarından ve kadın milli voleybol takımımıza yapılan haksız eleştirilerden konuştuk.
Geçen senenin en iyi filmlerinden Karanlık Gece’nin başrolüydünüz, şimdi Magarsus’la çok iyi eleştiriler alıyorsunuz, bir yandan da ulusal bir kanalda diziye başladınız, tiyatronuz devam ediyor. Her masada varsınız. Nasıl bir dönemindesiniz kariyerinin?
Sevdiğim bir dönemindeyim. Aslında bu yoğunluğa alışığım. Konservatuardan mezun oldum tiyatro açtım, sonra Emin Alper’in Abluka’sı ilk filmimdi. Sonra diziler, sonra bağımsız filmler... Dijitale her zaman bir şey yapmak istiyordum ama iyi ki Magarsus gibi bir işle başladım. Bu tempo hayatımda hep var.
Ben en yoğun olduğum zamanlarda mutlaka hayatımdan bir şeyler eksiliyor. Ya sosyal hayat, ya sağlık, ya ikili ilişkiler... Siz nelerden feragat ediyorsunuz başarı için?
Çok fedakârlık yapıyorum. Bir şeyler iyi gidiyorsa bunun sizden götürdükleri de oluyor. Hem kişisel hayatımda hem kariyerimde. Gelen işleri ince eleyip sık dokuyorum. Bağımsız film yapmanın bir maddi karşılığı oluyor hayatta. Yaptığım işleri çok sahipleniyorum. Yoğunluktan Hakikat Bir Gün’den beri oyun yazamıyordum. Bu yaz tatil yapmak yerine yeni bir oyun yazdım mesela. Kendime, tiyatroma, ruhuma iyi gelen bir şey yapmak istedim.
“Oyunculuk hayatımın merkezinde”
“Kariyerimin zirvesindeyim” gibi düşünüyor musunuz?
Hayır. Ama uzun zamandır beklediğim bir dönemi yaşıyorum diyebilirim. Verdiğim emeğin karşılığını aldığım bir dönemdeyim. Yaptığım işlerin geri dönüşlerinin bu kadar olumlu olması beni çok mutlu ediyor. Çünkü oyunculuk benim hayatımın merkezinde. Kadir Has Üniversitesi’nde oyunculuk dersleri veriyorum.
Nasıl bir hocasınız? “Kaldırın telefonları” gibi mi yoksa rahat mı?
Ben öyle bir hoca olurum sanıyordum, çünkü benim okulum Mimar Sinan Devlet Konservatuarı çok sertti. Ama Kadir Has daha rahat. Son sınıflara ders veriyorum, onlar zaten bir kültürle gelmişler. Kimi “hocam” diyor, kimi “Berkay”. İmkanları rahat, iletişime çok açıklar, yetenekliler, korkmuyorlar. Biz çok korkuyorduk hocalarımızdan (Gülüyor).
Çok değişik ilerleyen bir hikayeniz var. Önce uzun yıllar futbol oynuyorsunuz, sonra üniversitede istatistik okumak için futbolu bırakıyorsunuz, sonra da konservatuara gitmek için istatistiği bırakıyorsunuz. Bir insan nasıl hem spora hem sanata yetenekli olup hem sayısalcı olur? Siz böyle üstün yetenekli bir çocuk muydunuz?
Yoo. Hatta ilkokulda matematiğim çok kötüydü. Sonra ortaokul lisede fen okudum ama hep topçu olmak istiyordum. Aslında üçünün bağlantısı da hikâye okumak. Kaleci dediğiniz adam takımın arkasında durur ve oyunu okur. İstatistik bir şeyleri merak etmekle, keşfetmekle ilgilidir. Matematiksel zekâ oyun yazmama, soru sormama katkı yaptı. Bu yaşımda, bu olgunlukta böyle bağlıyorum üçünü.
“Mimar Sinan’ı kazanamasaydım şu an bir şirkette çalışıyordum”
Nasıl karar verdiniz okulu bırakıp tiyatrocu olmaya?
Ben ilk yıl istatistiğe girdim, çok da iyi iyi gidiyordum. İkinci dönem tiyatroya başladım. Başlar başlamaz da ortalamam çöktü. Dekan çağırdı “Oğlum bir sıkıntı mı var? Ailevi mi, maddi mi, sağlık mı ne oluyor?” dedi. “Hayır hocam çok mutluyum tiyatroya başladım” dedim. Üçüncü sınıfın yazında da okulu bıraktım. Çünkü konservatuvara girişte 21 yaş sınırı vardı. Bir tek Mimar Sinan ‘ın sınavına girdim. “Ancak orası kabul ederse oyuncu olabilirim” dedim. Şimdiki aklım olsa asla yapmazdım. Düşünsene Mimar Sinan’ı kazanamasaydım istatistik son sınıf okuyordum ve şu an bir şirkette çalışıyordum.
Sadece ağır dramların oyuncusu olmadığımı göstermeye çalıştım. Komedi oynamam lazım. Kendi tiyatrom var orada da oynayamadım. Benim kalemimde komedi çok yok
Bir gün oyunculuğu da bırakıp başka bir şeye geçer misiniz?
Hayır, bu son çıkış (gülüyor). Ailem çok korkuyordu. Bir gün annem “Futbolcu olacaktın matematikçi oldun. Matematikçi olacaktın oyuncu oldun. Bunu ne zaman bırakacaksın?” dedi. “Hayır bırakmayacağım” dedim. Hafta sonları bile konservatuara giderdim. Çok sevdim.
Futboldan para kazanıyor muydunuz?
Tam profesyonele geçecekken bıraktım. Galatasaray altyapısına transfer olacaktım. Ama futbolcu olunca üniversite okunmuyor. Ben o riski alamadım. Bir sakatlık olsa, okul da okumadın…Altyapıdan A takıma çıkmak çok zor. İnsanlar genç oyuncuları eleştiriyor ama spor dünyasında tepe noktaya çıkmak öyle zor ki.
Berkay Ateş Magarsus’ta Merve Dizdar ve Çağlar Ertuğrul ile rol alıyor.
“Magarsus dünya çapında bir iş”
Magarsus ’tan konuşalım. Nasıl bir hikâyenin içindeyiz ve Beton nasıl bir karakter?
Beton ‘98 Adana depreminde annesi ve babasını kaybetmiş ve göçük altında kalmış. Sonra da dayısı Ali Kurak ve kuzenlerinin yanında yaşamaya başlamış. Bu yüzden lakabı “Beton”. Kapalı yerde kalamıyor. Travma sonrası stres bozukluğu var. Ailenin ötekisi. Hep ezilmiş, dışlanmış, var edememiş. 2. Bölümün sonunda bir kırılma yaşıyor ve iktidara yürüyor. Aslında bunu cahil cesaretiyle yapıyor. Magarsus herkesin hem kazanan hem kaybeden olduğu bir hikâye. Kahramanlar “İktidara giden her yol mubahtır” dedikleri için kaçınılmaz sonu yaşıyorlar. Birbirlerine düşüyorlar ve pişman oluyorlar.
Beton bu sistemin en ezilmiş karakterlerinden biriyken bir anda tepeye çıkıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz kaybedecek bir şeyi olmamasına mı, hırsına mı…?
Beton işi biliyor. Kahveyi, sokağı, tüccarı, mevsimlik işçiyi biliyor. Siz sokakla bağ kurmazsanız, insanla empati kurmazsanız, mahalleyi bilmezseniz ancak üstten veya dışarıdan bakarsınız. Kimseyi ikna edemezsiniz. Oysa hem bir fikre hem bir muhataba ihtiyaç var. Beton toplumun dilini biliyor. Bu mikro ölçekte bir Türkiye gerçeği.
Magarsus evrensel arketiplerin yerelle birleştiği bir hikâye. İçinde Karamazov Kardeşler de, Succession da, Breaking Bad de var ama tamamen özgün ve buralı.
Bu ülkede böyle yerel ve biricik bir hikâyenin yazılması beni çok etkiledi. Bugüne kadar böyle hikayelere alan tanınmadı. Oysa dijitaldeki hikayelerimiz böyle olmalı. Örneğin ben Adana’ya ilk kez gittim. Ve şunu düşündüm: Coğrafyamız çok zengin. Coğrafya bize sinematografi veriyor, dil veriyor, karakter veriyor, hikâye veriyor. Umarım Magarsus bu anlamda yerelin hikayesini yazacak olanlara ve bunu alacak olanlara vesile olur. Ben böyle bir hikâyeyi hayata geçirdikleri için Yunus Ozan Korkut’u, Mustafa Yürüktümen’i ve BLU TV’yi de tebrik etmek istiyorum.
İzlemeyenler için spoiler da vermeden, nasıl bir final bekliyor bizi?
Bu hikâyeden vazgeçmeyen bir Beton’la konu kapanıyor. Bu yola çıktıysanız bu hikâyeden dönüşünüz yok. Kritik ama sakin bir final olacak.
Dizi 7. Berlin TV Series Festivali’nde Yıldız Kadro ödülünü aldı. Bize biraz kadroyu över misiniz?
Kadroyu överim (gülüyor). İzlerken görüyorum ki hiçbir role başka hiçbir oyuncu olamazmış. Merve Dizdar, Çağlar Ertuğrul, Kayhan Açıkgöz, Menderes Samancılar…Çok iyi bir kadroyla çalıştık. Bir işin iyi olması için her şeyinin iyi olması lazım: Senaryo, oyuncular, yönetmen, görüntü yönetmeni, kurgu, müzik... Oynarken birbirimizi o kadar iyi hissediyorduk ki. Üçüncü bölümün finalinde denize bakarak sigara içtiğim sahneyi 15 dakikada çektik. Fonda Daft Punk’tan Veridis Quo çalıyordu. En unutamadığım sahnelerden biridir. Bittiğinde gün batarken birbirimize sarıldık ve “Çok güzel oldu” dedik. İçimizde hep “biz iyi bir şey çekiyoruz” hissiyatı vardı.
Menderes Samancılar’dan bahsettik. Size Tuncel Kurtiz’ den ona kalan deri ceketi hediye etmiş. Bu nedir bir nevi kavuk transferi mi?
Tam öyle değil. Menderes Abi Çukur’ da babamı oynadı. Orda birbirimizi çok sevdik. Hayata, bakışımız, politik görüşlerimiz çok uyuyor. İki iyi dost olduk. Ben çok büyük bir Tuncel Kurtiz hayranıyım. Menderes Abi Adana’da bir gün arabayı durdurdu, orada Bereketli Topraklar Üzerinde ‘yi çekerken yaşadıklarını anlattı. O ağaçlar hala oradaydı. Bir gün de dedi ki “Yeğenim, Tuncel Abi’nin ceketi bende, ben de sana vereceğim” ve Karanlık Gece’nin galasında getirdi. Benim için çok kıymetli. Çok mutlu oldum, çok gurur duydum. Bir kere Karanlık Gece’nin bir gösteriminde giydim, bir kere de BLU TV’nin gala gecesinde giydim. Çünkü o ceket giyilmeli.
Siz kendinizi o ekolün bir devamı gibi mi görüyorsunuz?
Bu hayatta Menderes Samancılar gibi, Tuncel Kurtiz gibi anılmak isterim tabii. Kim istemez? Tuncel Kurtiz, Ezel’in Ramiz’inden çok öte. Avustralya’ya gidip dünyanın en büyük yönetmeni Peter Brook’un The Mahabharata oyunda oynamış tek Türk. Oradan yurda döndükten sonra Devrim İşçi Tiyatrosu’nu kurup işçilerle oyun yapmış bir aktör. Umarım onların yaşına geldiğimde öyle anılırım, öyle saygı görürüm. Ekol derken o anlamdaysa, umarım..
Kim var çok oynamak istediğiniz karşılıklı?
Şevket Altuğ, Şener Şen…Öğrencilik yıllarında Uğur Polat hayranıydım. Hocam da olan Bülent Emin Yarar, Tilbe Saran. Daha genç jenerasyondan Demet Evgar. Hem tiyatroda, hem Alev Alev dizisinde beraber oynadık. Çok güçlü bir oyuncu.
Karanlık Gece hafıza üstüne bir film. Sizin hafızanızda filmden kalan en önemli şey ne oldu?
İlk aklıma gelen filmin final bloğu. 40 metreden obruğa inmem. Fiziksel zorluğun yanında, duygusal olarak da çok zorlandım. Bir de köpek Palyaço ‘nun öldürüldüğü sahne beni psikolojik olarak çok sarstı. Hala izlerken ağlayasım geliyor. Palyaço aslında Moda’da bir hamburgercinin kuryesinin köpeği. Gezi’de motorla İstiklal Caddesi’nde gezip ikon olan köpek. Ben ne hikmetse Abluka’ da da köpekle çalışmıştım. Palyaço çalıştığım en iyi köpekti. Çok yaşlıydı, geçen yıl vefat etti.
Özcan Alper’in Karanlık Gece ve Emin Alper’in Kurak Günler filmlerinin birbirine benzer temalar taşıması geçen senenin en çok konuşulan konularından biriydi. Siz her iki isimle de çalışmış biri olarak aynı kuşaktan iki yönetmenin benzer temalar üstüne film çekmelerini nasıl yorumluyorsunuz? Buradan öğrenecek neyimiz var?
Özcan Abi’nin bir sözü var: “Bizden daha iyi bir senarist var, o da ülkenin kendisi”. İnsanlar çok şaşırdı ama ben bu benzerliğe çok şaşırmadım. Emin Alper de, Özcan Alper de hayata benzer perspektiften bakan, toplumu doğru okuyup doğru analiz eden insanlar. Sanatın her istediğini söyleyemediği toplumlarda sanatçıların benzer işler yapması çok doğal. 2010’larda alternatif tiyatrolardan da benzer hikayeler çıkardı. Çünkü ülkede çok yakıcı durumlar oluyor. Bugün bir masaya otursak, desek ki “Ülkedeki sorunlar neler?”, benzer şeyler söyleriz. Maalesef bir sıkışma da yaşanıyor ve daha önemlisi o sıkışmayı kırmak. Keşke daha fazla film çekilse de bu sıkışmayı kıracak genç yönetmenler ortaya çıksa.
“Popüler olan işler izlenmeden beğeniliyor”
Film için motor kullanmayı, bağlama çalmayı öğrendiniz. Obrukların içine iniş yaptınız. Böyle şeyleri yabancı starlar yapınca olay olur, bizde pek sözü edilmiyor, neden?
Bu bizim ülkemizin gerçeği. Daha önce söylemeye imtina ediyordum, artık bunları söylemekten imtina etmeyeceğim. Bizim ülkemiz vasata tamah etmiş, vasatı meşrulaştıran bir ülke. Popüler olan işler izlenmeden beğeniliyor, göklere çıkartılıyor. Buna bizim sektörümüz de teşne. Yaptığınız önemli ve kıymetli şeyler entelektüel damgası yiyor. O yüzden ben Karanlık Gece’nin de Magarsus’un da sonuna kadar arkasındayım. Bunlar dünya çapında işler. Kolay mı yazın oturup bağlama öğrenmek, sabahın beş buçuğunda eksi üç derecede buz tutmuş yollarda motor kullanmak? Sektörümüz bir işi överken önce başkalarının övmesini bekliyor. “Birileri bir övsün, ben sonra öveyim. Birileri övmüyorsa ben de övmeyeyim” diye bir yaklaşım var. Kötü bir film çıkıyor, siz neredeyse o filme kötü demeye utanır hale geliyorsunuz. Terazi şaşmış durumda.
“Voleybol Milli Takımı’nı eleştirirken üç, dört kere düşünmeliyiz”
En büyük başarıların bile karalanabileceğini A Milli Voleybol Takımı’nın yaşadıklarında gördük. Neler söylemek istersiniz bu süreçle ilgili?
Çok şey söylemek isterim çünkü benim kız arkadaşım (Simge Aköz) milli takımda. Bu kızlar Türkiye’nin bugüne kadar yaşadığı en büyük başarılardan birine imza attılar. Dünya şampiyonluğunun üzerine namağlup Avrupa şampiyonu oldular. Yakinen bildiğim için söyleyebilirim, beş buçuk ay burada kamptalar, on altı saat yol gidip ekonomi uçuruluyorlar, jet- lag olup maça çıkıyorlar, ve bizim sosyal medyamızda kaybedilen bir sayı bile infial yaratıyor. Bu kızlar sene içerisinde dört turnuva, lig, Avrupa Şampiyonluğu, Şampiyonlar Ligi, Türkiye Kupası oynuyorlar. Yıl bitiyor, dört gün ara veriyorlar, milli takım kampına gidiyorlar. İnanılmaz kıymetli insanlar bunlar. Kaç kız çocuğuna ilham oldular. O yüzden haklarını vermemiz, eleştirirken de üç kere dört kere düşünüp eleştirmemiz lazım.
Siz de sporcu bir geçmişten geliyorsunuz. O anlamda Simge ile birbirinizi iyi anlayabiliyor musunuz?
Yani iyi anlıyorum tabii de…Simge dünyanın en iyi liberosu o yüzden benim sporcu geçmişimden ne olur (gülüyor)? Aslında çok paralel şeyler yaşıyoruz. Benim oyunculukta yaşadığım zorluklara benzer zorluklar yaşıyor o da. Zor şartlar, çok görünür ve eleştiriye açık olmak gibi…Ama onlar çok disiplinli, ne yaptıklarını bilen, birbirini seven, birbirine destek olan, Cumhuriyet’in 100. Yılında Atatürk kadınları olmanın bilincine sahip insanlar. Çok başka bir seviyedeler. Hem dünyanın en iyisi olacaksınız, hem bu kadar mütevazi olacaksınız.
Bu sezon Aldatmak kadrosuna dahil oldunuz. Nasıl bir karakterle girdiniz hikâyeye?
Kahraman yurt dışında yaşayan ama kuzeninin vurulmasıyla ailenin yanına gelen ve işlerin başına geçen bir karakter. Yaşanan cinayetin aydınlatılmasına çalışıyor. Kötü adam değil. Vicdanlı, hakikati ortaya çıkartmaya çalışan bir karakter. Benim için bir iş seçerken önemli olan yapım şirketi, Vahide Perçin, Ercan Kesal, Mustafa Uğurlu, Cem Bender gibi isimlerle beraber çalışacak olmak. Ercan Kesal ve Cem Bender ile hem Çukur’da hem Magarsus’ta beraber çalıştık.
Genelde dizilerde kötü adamları oynuyorsunuz, ama Magarsus’ta beni çok güldüren sahneleriniz de vardı.
Çukur ve Anne çok popüler olduğu için seyircinin aklında öyle kaldı. Sadakatsiz ’de, Alev Alev’de kötü adam değildim. Magarsus’ ta Beton’a bazı şeyleri ben ekledim. Şimdi çok gülerek izliyoruz. Sadece ağır dramların oyuncusu olmadığımı göstermeye çalıştım. Komedi oynamam lazım (gülüyor). Kendi tiyatrom var orda da oynayamadım. Benim kalemimde komedi çok yok. Hazır metinleri de çok beğenmiyorum. Ama güzel, kaliteli bir komedi filminde olmak istiyorum.
Tiyatronuz D22 onuncu yılına girecek. Nasıl bir patronsunuz?
Tiyatro patronuna patron denirse (gülüyor). Kendi çapımızda. Bu yıl Tiyatro D22’nin onuncu yılı. Şartlar zor olsa da tiyatro her zaman devam edecek, yapmamız gerek. Ulusal dizileri yapmamızın bir sebebi de tiyatromuzu devam ettirebilmek.
Önünüzde neler var?
Yapmak istediğim bir film var. Umarım bu yılın sonunda senaryoyu tamamlarım. Bu yıl iki oyun yöneteceğim. Everest Yayınları’ndan toplu oyunlarım da kitap olarak çıkacak. İsmi Sessizliği Vurun.