Bundan 43 yıl önce faşistler tarafından katledilen ve aynı toprağın çocuğu olmaktan gurur duyduğum Ümit Kaftancıoğlu, 1935 yılında Ardahan’ın Hanak ilçesine bağlı Koyunpınar köyünde, yedi çocuklu yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Gerçek adı Garip Tatar’dır. 

Çocukluğu Dede Korkut boylarının zengin anlatım geleneği içerisinde, halk âşıklarının, söz sohbet bilenlerin dizinin dibinde destan, masal, türkü, efsane dinleyerek geçti. İlkokulu kendi köyünde okuyan Kaftancıoğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra bir süre ilkokul öğretmenliği (Mardin-Derik) yaptı. Daha sonra Balıkesir Necatibey Eğitim Enstitüsü edebiyat bölümünü başarıyla bitirip Türkçe öğretmenliğine (Rize-Pazar) başladı. Askerliğini yedek subay olarak yaptı. Askerlik dönüşü, TRT’nin açtığı sınavı kazanarak, köy yayınları bölümünde göreve başladı. TRT İstanbul Radyosu'nda "Av Bizim Avlak Bizim" ve "Dilden Dile" gibi programlarla halk kültürünü ve halkın sıkıntılarını mikrofona taşır. 

"Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilinde olduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü edebiyatını yazıya geçirecek, değerlendirecek olanlar da halk çocuklarıdır" diyen Kaftancıoğlu, Anadolu'yu gezerek derlemelerle halkın sözlü edebiyatını ve halk türkülerini yazıya döker. Derlemeleri arasında "Evreşe yolları dar" ve "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar" türküleri de yer almaktadır.

Ümit Kaftancıoğlu radyo programcılığının yanı sıra çeşitli gazete ve dergilerde politik ve sanatsal yazılar da yazmıştır. Cumhuriyet, Cumhuriyet Sanat Eki, Milliyet, Yeni Ortam, Yeni Halkçı, Varlık, Türk Dili, Güney, Ilgaz, Yeni Ufuklar ve Aydınlık Kaftancıoğlu’nun yazılarının yer aldığı gazete ve dergiler arasındadır.

Bütün Türkiye’nin belleğinde yer eden programlara imza atan Kaftancıoğlu, 1970 yılında “Dönemeç” adlı öykü kitabıyla TRT Büyük Ödülü’nü, 1972 yılında “Hakullah” adlı röportaj ile Milliyet Gazetesi Ali Naci Karacan Ödülü’nü kazandı. Ümit Kaftancıoğlu evli ve iki çocuk babasıydı.

Kaftancıoğlu, ünlü yazarların arasından sıyrılıp TRT Büyük Ödülü’nü almasıyla edebiyat dünyasında tanınmaya başladı. İlk yapıtı “Dönemeç”, köyünden kalkıp, parasız yatılı okula ulaşmak isteyen bir köy çocuğunun, yani kendisinin öyküsüydü. Çocukluk yıllarındaki gözlemlerine dayanarak bu bölgenin ilginç yönlerini başarıyla anlatıyordu. Bu öykü aynı zamanda, hiç okuma olanağı bulamayan milyonlarca köy çocuğu, ilkokulu bitirip köşelerinde kalan, karanlıklarda kalan, dağların ardında kalan milyonlarca köy çocuğunun da öyküsüydü. Kaftancıoğlu, ülkemizdeki eğitim eşitsizliğini, güçlükler karşısında boynu bükük, uygarlığın bütün nimetlerinden ve olanaklarından yoksun, alınyazılarıyla baş başa bırakılmış, umut içinde geçen, zaman zaman umutsuzluğa dönüşen yaşamları, yüksek ve geçit vermez dağların, sert kışların ortasında yürekleri iyilikle dolu insanları yazdı. Yapıtları büyük ilgi gördü. O sıralarda, kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Ben genellikle gerçeklere ayna tutuyorum” diyordu.

Roman, öykü, çocuk öyküleri türlerinde seçkin ürünler veren Kaftancıoğlu, “Dilden Dile” ve “Yurdun Dört Bucağı” adlı radyo programlarıyla da ses getiriyordu. O yıllarda “Dilden Dile” ölçüsünde dinleyici bulmuş bir başka program yoktu. “Köroğlu” adlı incelemesi de büyük yankı uyandıran Kaftancıoğlu’nun yayımlanmış 17 yapıtı bulunuyordu.

Yazar ve TRT Kültür Yayınları Bölümü prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu 11 Nisan 1980 Cuma günü, saat 08.20 sularında Mecidiyeköy Ortaklar Caddesi, Ünsal Sokak, Aksu apartmanındaki dairesinden kızı Pınar’ı Esentepe Ortaokulu’na götürmek ve oradan da görevine gitmek üzere arabasına bineceği sırada, yaşları 18-20 arasında iki kişinin yaylım ateşine tutuldu. Sırtına ve göğsünse isabet eden 5 kurşun nedeniyle ağır yaralanan Kaftancıoğlu, Şişli Hastanesi’ne kaldırıldı, ancak ameliyata alınmadan yaşamını yitirdi. Saldırı sırasında Kaftancıoğlu’nun yanındaki 12 yaşındaki kızı saldırıdan yara almadan şans eseri kurtuldu.

Ümit Kaftancıoğlu'nun cenazesi

Ümit Kaftancıoğlu'nun katıllerınin yargılanmasını ve mahkeme sonucunu "Vatan yahut Susurluk" kitabında İnci Hekimoğlu şöyle anlatıyor: "... 12 Eylül Darbesi'nden sonra Kaftancıoğlu'nun katillerinden Ahmet Mustafa Kıvılcım ve Bayram Çimen yakalandı. Kıvılcım, polis ifadesinde 'Ülkücü Gençlik Derneği üyesi olduğunu, eylem emrini İstanbul ÜGD Başkanı Hasan Küçük'ten aldıklarını ve İrfan Çakıca ile Yusuf Teke'nin de kendisiyle birlikte eyleme katıldığını' söylüyordu. Olayda kullanılan silahlar da gömüldükleri yerden çıkarılmış ve Kaftancıoğlu'nu öldüren kurşunların ait olduğu silah bulunmuştu. 

Olaydan altı yıl sonra görülen davada Askeri Mahkeme Bayram Çimen'in delil yetersizliğinden beraatına, Mustafa Kıvılcım'ın ise taammüden adam öldürmek suçundan idamına karar verdi. Ancak Askeri Yargıtay, kararı bozdu. Bozmaya uyan mahkeme Kıvılcım'ın 'cürüm işlemek için oluşturulan silahlı teşekküle girdiğini' sabit görse de bu suçtan açılan davanın zaman aşımı nedeniyle düşmesine Kaftancıoğlu'nun öldürülmesine yardım etmekten 8 yıl 4 ay ağır hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Mustafa Kıvılcım bu cezaya göre dört yıl yattı. Mahkemeye göre, diğer sanıkların kimlikleri tespit edilemedi... ... Ama Kaftancıoğlu'nun ölümünden yaklaşık 15 gün sonra gazetelere konuşan bazı görgü tanıklarının verdiği eşkâl, Piyangotepe katliamı ve Ümlt Doğanay'ın öldürülmesine de adı karışan Ali Bülent Orkan'a uyuyordu. ...Orkan, daha sonra Abdullah Çatlı'nın kararıyla hazırlanan sahte evrakla tahliye edildi...”

Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı 12 Eylül davasıyla ilgili açıklamalarda bulunan Ümit Kaftancıoğlu'nun oğlu Dr. Ali Naki Kaftancıoğlu, davanın inandırıcılığı olmadığını ifade ederek Kaftancıoğlu ailesi olarak müdahillik talebinde bulunmayacaklarını söylemişti.

Hümanist bir Anadolu Aydını

İnsanın insanlaşmış doğasının simgesidir Kaftancıoğlu, karanlığı yaran, insanlar arasında 'iyi' ve 'kötü' ayrımı yapan "doğuşuyla değil, duruşuyla örnek olan" bir yazardır. Ve kabesi insan olan nadide insanlardan birisidir.

Doğru yaşayan, yüzü hep güneşe dönük olan; hayatın hep canlı yanıyla ilgili ve ne varsa yaşamda var diyen, burada yaratılanın burada büyüyüp yeşermesinden yanadır.

Yaşama Sevinci

Öldürülmeden önce doldurduğu bantta düşlerini ve umutlarını öyle yalın bir dille anlatmıştı ki! “Yaşama Sevinci”nde ne güzel diyordu hatırlayalım:

"Yaşam varolmak, anlam varlık ve dinamizmdir. Ölüm yokluktur, karanlıktır... Sıfır. Sıfırla hangi rakamı çarparsanız çarpın gene sonuç sıfır. Artı bir öyle mi? Hangi değerle çarparsanız çarpın sonuç bir başka değer, sonuç artı ve sonuç varlıktır. Kötülükler iyiliklerin değerini, çirkinlikler güzelliklerin niteliğini, yokluklar varlıkların anlamını, yoksullar zenginlerin kalesini oluşturur. Kıraç, yanık, susuz çöller ovaların, ormanların, yağmurun, denizin anasıdır, yaratıcısıdır. Deniz, ırmak, varlık, orman, yeşil, güzellik, sıkıntı yaşam tablosunda karşıtlarından daha kutsal değildir. Daha güzel ve anlamlı değil. Yokluğa, yoksulluğa, çirkinliğe, kötülüğe daha çok saygı duydum. Bir fabrikanın varlığı sermayesi mi, makinesi mi, patronun kasası mı? Elbette hayır. Bir fabrikanın varlığı işçisi. Arılar gibi bal yapan, üreten, yaşamı sürdüren işçiler. İşçilerin sesi, eli ayağı, evi, yolu, ekmeği, tulumları, çocukları, semti, gecekondusu, fırını, bakkalı, kasabı, yol parası, gelişi, gidişi, grevi, tutumu, sigorta, güvence savaşımı... Yaşamı oluşturan zincir budur."

İnsan varlığının önemini bu denli güçlü bir ifadeyle aktaran Ümit Kaftancıoğlu'nun katledilmesi insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

Sivas katliamı davasını zaman aşımına uğratan ve "hayırlı" olmasını dileyen zihniyetin iktidar olduğu Türkiye’de Ümit Kaftancıoğlu katliamının gün ışığına çıkarılmasını ve faillerin yargılanmasını beklemek ne kadar doğrudur bilemiyoruz. Ama yine de ümit emekten geri duramıyoruz.

Ve son sözü yine Kaftancıoğlu'na, Kaftancıoğlu'nun yaşama sevincine bırakıyoruz:

Ümit Kaftancıoğlu_1

"Şunca yaşamın içinde ölüm için, ölen için gözyaşı döktüğümü anımsamıyorum. Bir evin en önemli kişisi, en yakınım ölünce de duygum değişmemiştir. Yaşamın içinde olup da ölü için gözyaşı dökenlere çok üzüldüğümü söyleyebilirim. Susmuş bir ev, canlılığını ve yaşam kavgasını duraksatmış bir ortam için elbette üzülürüm. Ve üzüntümün ağır yanı burasıdır.

Ölümümde eşim, çocuklarım en yakınlarım bile tek bir damla gözyaşı dökmesin istiyorum. Benim için caddeleri dolaşsınlar, bir gazete alsınlar, bir kitap karıştırsınlar, kalabalık bir sinemaya gitsinler, bir konferans, bir konser dinlesinler. Ölüm hiç önemli değil, yaşam var dağ gibi, yaşam var gökyüzü, deniz..."